Gün kızım, Güneş kızım

Lilypie Second Birthday tickers

25 Nisan 2010 Pazar

Peyikanın bayığı

Çok iş, az zaman, toparlanamayan kafa, ayrılamayan zaman, sonuçta ne çok ara vermişim.

Unutmayayım diye minik notlar aldım da umarım onları biraraya getirebilirim.

Öyle çok şey yapıyor ama daha da çok söylüyor ki hangi birini unutmayacağımı şaşırıyorum. En iyisi bir ses kayıt cihazı, çünkü kamerayı görünce ya dut yemiş bülbüle dönüyor ya da tutturuyor "koy munu buyıya, koy munu, koy" (bu ile kastedilen kamera elbette)...

Perşembe gecesi (22 Nisan) "dayı, Süyan ve Ösdemiy" geldiler. Geleceklerini söylediğimizden beri "dayı delicek, Şüyan delicek, Öşdemiy delicek" deyip duruyordu ama söylemdeki bu özlem fiiliyata nasıl dönüşecekti merak ediyordum doğrusu. En son ağustosta biz Antalya'daydık ama o zaman da Günce aksiliklerden gözünü aralayamadı ki, o zamandan bu yana görmüyor hiçbirini.

Cuma sabahı anneanneye gidene kadar yine isimlerini sabırsızlıkla söyledi durdu, oyalansın diye Özdemir için aldığımız kitap poşetini eline tutuşturdum bunları Özdemir'e verirsin diye, poşeti sürükleyerek çekerken "Özdemiy del, munu al, poşeti al, götüy ayabaya" deyiverdi...

İlk karşılaşma gayet iyiydi, ama kısa süre sonra birinci derece rakip Özdemir'le tekerlekli attan, tavaya, toptan, Hulki'nin kucağına kadar herşey çekiştirme ve ağlama öznesi haline geliverdi.

Neyseki Elişim bir saklambaç oyunu oluşturdu ki, kıkırdaya kıkırdaya bir haller oldu Lokumcuk.

Dayıya, aslında çok iyi tanıyamasa da (en sevdiklerimiz en zor görebildiklerimiz paradoksu çerçevesinde) bir cilveler, bir nazlar...

Cumartesi öğleden sonra Kumkuyu'daki Balıkçı Ekran İzzet'e gittik hep birlikte. O incecik kumda, ayakkabı ve çoraplar fora nasıl güzel oynadı kendi başına, ne uçurtma uçuran Eliz'in çığlıkları, ne denize atlayan-düşen Özdemir'in kıkırdamaları, ne diğer çocukların koşuşturmacası, hatta ne burnunun dibine girip fotoğraf çekerken, ona baksın diye 2 dakikalık aralıklarla "Günce, Günce" diyen babanın sesine aldırmadan kumları avuçlaya avuçlaya ve ne kadar uzun... Arada bir babaMa "oyniyom" dedi o kadar.

Sonra oyununu hiç karışmadan izleyen bana "yaman et" (yardım et) dedi, sanırım yüzüne bulaşan kumlar kaşındırdı artık, yardım ettim, birlikte restorana doğru ilerledik, ayaklarını, ellerini, yüzünü yıkayıp, kumlardan arındırmaya çalıştık, bu kadar ince kum zor temizleniyor...

"Üşüdüm, şoyuk" dedi, güneş battıkça belirgin serinliyor hava, kısa kollularlaydı ama uzunları giydi, hatta bayıldığı eşofmanının üstünü de istedi.

Çok acıktı, çocukların balığı önden geldi ve Lokumum hiç itirazsız, hatta ayıla bayıla "bayığını" da yedi...

Ve bizim balığımız gelene kadar geçecek zorlu süreç başladı. Sürekli kıpırdayan Lokumcuk her tarafı merdivenlerle dolu ortamda gözden kaçırmaya gelmiyor.

Bir ara babaMla içeriye girdiler, içeride duran eski bir kayık formunun üzerine yerleştirilmiş şömine yanmıştı ve birden içeriden ağlayan Lokumun sesi geldi. Ne oluyor diye koştum ama babaMın kucağındaydı, "Pelikandan korktu" dedi babaM.

Tek kanadı kırık olduğu için uçamayan ve sürekli orada yaşayan bir pelikan var orada. Bir ara iki taneydiler ve oradaki havuzun içinde görmüştü 2009 Eylülünde Lokumcuk onları. Yemeğini yedikten sonra "tut elimiyi" deyip, beni havuza götürdü, "Peyikan uyuyo, e e uyuyo" dedikten sonra. Havuza gittik "kugaççi" dedi, kucağa aldık ve havuzun içine baktıktan sonra "peyikan yok" dedi!!! Diğerinden bahsediyor yok diye, nereden hatırlıyor şaşakalıyorum.

Bugün sabah dayılar geri dönmek üzere yola çıktılar. Lokumum uyudu biraz, sonra uyandı o sırada Elişim ve babaM, Eliz'in tenis dersi için Penguen'delerdi. Biz de gidelim mi dedim "dideyim, şapka takicam, teniş oynicam ben de, böle vurucam, düm düm vurucam" dedi.

Eve döndük, klasik pazar günü ve yatma zamanı...

Yatağa gidiş ve oradan bağırış "Munat, Munaaattt, del buyaya, del, yat şen de buyaya"...Ve klasik gece çene düşmesi...

Sağa döndü, sola döndü, "şıkıldım yatmaktan, hadi kalkiyoş" diyen Lokuma "Herkes uyudu artık" dedik biz de. Bu kez başladı "Miya uyudu, Ece uyudu, Ada uyudu, Depne uyudu, Ögü uyudu" gibi aklına gelen herkesi saymaya...

Birden aklına nereden geldi anlayamadan "Bayık vedi abi, düştü (balık yere düşmüş o sırada), peyikan yedi,"Yaylaş" (pelikanın adı Haylaz ve Günce bunu da hatırladı) yedi,koyktum, men aladım (ağlamış), üüü üüü aladım". Garsonun verdiği balığı yere düşüren pelikan telaşlanmış ve bağırmış, hareketlerinden ve sesinden ürken Lokumum da ağlamaya başlamış. İçeriden gelen ağlama sesi buymuş...

3 Nisan 2010 Cumartesi

Bir nisan şakası...

Otuzbir mart akşamı Günce yine “Forun’a , Forun’a” lardaydı, Forum’a doğru yola çıktık. Yaklaşınca “Yaşasıınnn” geldi kocamanından bir tane.

Ama haber kötüydü, sonunda korktuğumuz başımıza geldi, oganimiz artık yok, kendine bir ev bulmuş. Onun bölümünü boş görünce “şor abişim, şor” dedi. Sorduk, abi hiç duymak istemediğimiz haberi verdi:(
Bozuldu resmen miniğim, çıktı oradan arkasına bakmadan.

“Acıttım” dedi, foodcourta çıktık, bozuk barsak durumundan dilimiz yanmış durumda, “köfte-ayyan” yaygarasına pabuç bırakmayacağım, evden taşıdığım domates çorbası ve yoğurdu yedirmeye kararlıyım.

Öğlen de az yemiş, yiyeceğini umuyorum ama yemedi. BabaM dayanamadı ayran ve kendine menü aldı ama Lokumcuk istediği halde onlardan da yemedi. “Aç kalmaz Günce, arada atıştırmış heralde ki, tok” dedim babaMa.

Eğer bir daha böyle bir laf edersem dilimi eşek arıları soksun.

Gece emdiği anne sütünü olduğu gibi kustu Lokumum, hem de üç kere.

Sabah aklım evde kala kala işe gittim, ben çıkarken ekmek-peynir istemişti, onu yiyordu, ama çok uzun sürmedi iki saat bile geçmeden annem aradı, ekmekle peyniri kusmuş, su içmiş kusmuş, süt (keçi sütü) istemiş onu da kusmuş.

Kaptığım gibi doğru hastaneye. BabaMa ulaşamıyorum, hep böyle olmak zorunda sanki, ne zaman kızlardan birine bir şey olsa, babaM ya kongrededir, ya doçentlik sınavındadır, bugün de ameliyat günleri.

Arabada birkez daha ve öyle bir kustu ki, elim ayağıma dolandı. BabaM acilde bekliyor. Lokum ağlamaklı, daldık fırtına gibi acile.

Tabi daha Selda’yı (sağlam çocuğun ve Lokumun doktoru) görür görmez ağlamaya başladı. Daha doğrusu ortalığı yıkmaya. Üst tarafı steteskop kontrolü, boğaz kontrolü, kulağa bakış…

Serum (KCl eklenmiş, izodeks) takılması gerekiyor, bunun gerekeceğini adım gibi biliyorum zaten ama Selda inşallah söylemez diye için için dua ediyormuşum...Ne yapacağız şimdi?

Yapacak bir şey yok, başka türlü düzelmez, bebeğim içtiği suyu bile çıkarıyor.
Acilin sorumlu hemşiresi bir eldiveni şişirdi ona, Başparmak burun oldu, diğerleri saç, ağız burun falan da çizdi kızcağız ama benim minik cinim kanar mı bunlara, başına bir iş geleceğinin farkında. Anlatmaya çalışıyorum neler yapılacağını ama öyle yükses sesle ağlıyor ki, duyuramıyorum bile kendimi. Öyle bir sarılıyor ki hem bana, hem babaMa. Mecburuz damar yolu açılmalı. Keşke, o lanet olası iğneyi bana yüz kere batırsalar, bir kere onun canını yakacaklarına, hem de bu halinde…Bir de ayrıca elektrolit, melektrolit de istiyorlar ama babaM aynen kafamdan geçirdiğim gibi, “tamam bir ara isteriz” diye gayet başarılı bir şekilde atlattı bu durumu…Hiç olmazsa bir daha ağlamasın bebeğim…

Nefes alamayacakmışım gibi hissederken, hiç olmazsa deneyimli acil hemşiresi, çok da canını acıtmadan ve bir kerede açıverdi damar yolunu. Baloncu hemşiremiz de bantların üzerine çiçekler çizdi ama Lokumumun umurunda bile değil, bir an önce oradan uzaklaşmak istiyor.

“Buvakadi” hemen bir özel oda da buluverdi bize ve yukarı çıktık. Yatması gerekiyor, pompadan serum gidiyor ama çok huzursuz, “annenin şütü” devreye girdi ve bir saate yakın uyudu. Uyandı ve hiç beklemediğim bir anda kusuverdi yine. İkimizin üstü başı, yatak heryer ıslandı ve bebeğim o sıkıntısının arasında “ışlandı” diye üzüyor bir de kendisini.

Tabi eline takılı serumla, bodysini üzerinden çıkarmam mümkün değil. Kendisi de hamile olan kat hemşiremiz, pompayı kapattı, kapak taktı damar yoluna, sonra üstünü çıkardık, uzunca kollu bir body geçirdik üstüne, yeniden açıldı serumu.

Şenel’in hediyesi

Penguen

DAyanılı bebekler


Sabah Hülya kahvaltı masasını hazırlamış, bebeğim görüverdi ve “peynir yicem, şeytim yicem, bal yicem, çay iççem” diye nasıl saldırıyor masaya. Şimdi nasıl anlatayım, hap kadar çocuğa bunları yese yine kusacak, ama engel olamıyorum gözyaşlarıma da artık. İçi çıktı artık açlıktan…

BabaMı ikna etmeye çalışıyor, şeytimlerini genelde ondan alır, “şeytim yicem, babanın parmanı ışırcam”…Böylesi gülünesi cümle, beni yine ağlatıyor.


Acıktım, acıktım

İnenç,