Gün kızım, Güneş kızım

Lilypie Second Birthday tickers

26 Aralık 2010 Pazar

02.12.2010
Dedi

Günce: Ben küçücükken bunlarla oynardım di mi anne?
Anne: Evet tatlım.
Günce: Artık Eliz oynasın bunlarla, bu tornabidamla (tornavida).


---

02.12.2010
Dedi

Ben küçücükken bunlarla oynardım di mi anne?


---

02.12.2010
Yaptı

Daha doğrusu yapıyor...

Pirinçleri yerlere döküyor. "Kumdan kale" yapıyormuş!!!


---

02.12.2010
Dedi

Sandalyeyi çekmiş, elindeki pirinç dolu kabı ocağın üzerine koymaya çalışırken yakaladığım Günce'ye "Aman Günce..." diye başlamıştım ki, "Merak etme annecim, ben Cünce'ye gös kulak oluyorum" diye lafı ağzıma tıktı.


---

08.12.2010
Yaptı

Sezonun ilk nezlesini oldu. Burun "fırk fırk", kendisi "şubup içicem" derdinde. İğrenç Sudafed'i içip, üstüne "çok güselmiş tadı di mi"leri tamamen bozulan damak tadına bağlıyorum.

Durmaksızın mızırdama modunda. Uyulan kurallar altüst. Dün gece babayla diyalog şöyle sürdü:
G: "Bi de Totoro, baba".
B: "Olmaz kızım, çok geç oldu, hadi yatalım"
G: "Totorooooo, babacım"
B: "Kızım hastasın zaten, hadi yatıp dinlenelim"
G: "Nüffen babacım, nüffen, bi de Totoro"
B: "Annen izin vermiyor bak, annene söyle"
A: "Beni karıştırmayın, ben Ponyo'yo da olmaz demiştim"
B: "Günce ama sadece Ponyo diye konuşmuştuk, Totoro dememiştik"
G: "Hadi, konuşalım o zaman".

Sürer de sürer...





---

08.12.2010
Dedi

"Hoşgeldimmmm annecim!!!".

Babasıyla dışarıdan gelen Günce'ye kapıyı açtığımda, yüzünde kocaman bir gülücükle, böyle dedi bana.


---

10.12.2010
Dedi

Günce: "Bunun tadını koklayabilir miyim?" (çorba için)

Doğru diyor aslında:))


---

10.12.2010
Dedi

Baba: "Günce'cim bir durur musun, alamadım burnundaki sümüğü."

Günce:"Hiç önemli diyil canım!".


---

13.12.2010
Dedi

Yeni yıl çekilişi için yapacaklarımızla ilgili konuşmuştuk Günce'yle. Gerçi duyduğu ilk andan itibaren "Benim hediyem bu, ....'nun diyil" demeye başlamıştı, daha almadığımız hediye için.

Cumartesi hediyemizi almaya çıktık. Yeni yılda sürpriz bir arkadaştan gidecek hediye için oyuncak daha doğru gibi geldi bize.

ToyzzShop'a daldık. Alınmamış hediyesini paylaşamadığı arkadaşı ... için bu kez de bütün mağazayı almaya kalktı, doğal olarak. Sonunda kendisinde de olan, kendi sevdiği bir oyuncağı seçti:))


Oldukça uzun bir zaman harcadıktan sonra, paketimizi yaptırdık, elimizdekileri arabaya yerleştirdik ve eve geldik.

Paketi yukarıya çıkarmak istedi bu kez. Bu paketin onun değil, Nilsu'nun olduğunu anlatmaya çalıştık yine.


"Vermek iştemiyoyum ben bunu Nilsu'ya" dedi.

"Ama onun için seçmiştin, bununla oynasın di mi anne, demiştin" dedim.

"Vermicem, Nilsu benimle oynamıyoo" dedi çıktı.

Ne anladı bu çekiliş işinden, ben anlamadım:)))




---

13.12.2010
Yaptı

Aksiyon filmleri yönetmenlerine açık duyurumdur:

Bütün gün uyumadığı halde 21:30'da yatağa ancak götürmeyi başardığımız, "sen buraya anne", "babam da gelsin, bu tarafa geçsin" diye bizi yatağa dizen, almadığı pozisyon, girmediği şekil kalmadıktan sonra yerleştiği orta pozisyonda, kıpırtısız bir hal almasıyla
biz "hah uyuyacak artık heralde" diye heyecanlanmışken, solundaki babanın çenesine sol ayağının topuğuyla bir uçan tekme geçirirken, sol eliyle de adamın saçlarını kavrayıp yolan, sağındaki annenin sağ kolunu alttan tırmalayıp, üstten de ısırmayı başarabilen
ve bu dört eylemin hepsini aynı anda yapabilen, 2 yaş 4 aylık küçük kız bizim evde .


Başka yerde aramayın diye...

(Bir de bu hasta hali)


---

14.12.2010
Dedi

Ağacımızı çıkarmasını söylemiştim Hülya ablamıza, çıkarmış. Eliz hanımın sıkı tembihi var, "Ben olmadan sakın süslemeyin", bekledik.

Günce dört dönüyor ağacın çevresinde.
"Hülya bu ne ki?" (Hayret, hiçbirşeyi unutmaz, bunu hatırlamadı).

Hülya yanıtlıyor: "Yeni yıl ağacı Günce."

G: "Napıcaz ki bunu?"
H: "Süsleyeceksiniz Eliz gelince."

Nihayet Eliz gelir. Günce hoplaya, zıplaya kapıya koşar.
"Elis, del bak sana ne göstericem, çıkardık biz, çıkardık, del gör".

Eliz: "Neyi göreceğim Günce?"
Günce: "Yüzyıl ağacını"...





---

15.12.2010
İlk kez

Abla, dedi. Biz de kullanmadık hiç "abla, ablan" diye, çevremizdeki hiç kimsede, herkes "Eliz" diyor.

Buna rağmen dün akşam "Abla, orda herşey yolunda mı?" diye seslendi odasındaki Eliz'e.

Muhtemelen "İyi ki Varsın"ın etkisi.


---

15.12.2010
Dedi

Dün gece:

Bir şekilde yatağa götürebildiğimiz Günce ile önce "Ay'daki Bop"u (Aydaki Adam) okuduk.

(Buna okuma denirse, Günce şekilden şekile... bir an ağzımda bir ayak, ayak çıkıyor bu kez saçları doluyor- çünkü kafasını yüzümün üzerine yerleştirse bile, ağzımın içindeki ve gözümün önündeki saçlara rağmen hala okuyabileceğimi zannedebiliyor- "o ne",
"bu ne" şeklinde ardı arkası kesilmeyen sorular vb) ve sonra bir daha aynısını okuduk.

"Aferin Küçük Ayı", "Minik", "Dişimi İstiyorum" (bu tam 3 kez)...

Yarım saatten fazla zaman geçti. "Tamam artık ışığı kapatıyorum" dedim.

Günce'de bir panik, bir panik (eyvah uyku zamanı paniği):

"Aa, Cünce galba kaka yapmış, bezini içerde değiştirelim mi anne, ne dersin?" dedi önce, surat sevimli hale sokulmuş, kafa bir o yana, bir bu yana eğilmekte.

Kaka yaptığı falan yok tabi.

Yine de açtık, yeniden kapattık. Bütün bunları Günce'nin devinimleri içinde yapınca en az bir 10 belki 15 dakika daha geçti.

Baktı ki, yatma moduna geçiyor anne (baba zaten onca hareket ve sese rağmen sızmış- adamcağız uyumuyor, sızıyor artık resmen),bu kez de:

"Açıktım anne ben, hem de çok açıktım, ışamak (ıspanak) yemek istiyorum" dedi.

Ve kalktık.

Dahası yedi de gerçekten... Burada da "üzerine yoğurt koy", "neden yoğurt koydun ki, böyle yemicem", "babamın yanında yicem, babama gidelim", "burda yemicem, içeriye gidelim" (babanın yanına gidip, sonra tekrar geri dönüyoruz) şeklinde bir hareket zinciri
sonrası en az bir yarım saat daha geçirmiş oldu...


Odaya doğru yöneldiğimi fark edince minik bir bebeği kaptı hemen.
“Bak anne kısıma, ben anneyim, bu da kısım”.
“Küçük anne, hadi al kızını da, artık uyumaya gidelim” demiş bulundum.
“Ben anne diyilim, Cünce’yim ben”, bu arada surat beş karış.
“Tamam Cünce’sin sen”
“Iııh, Cünce diyilim ben, Cünce’yim”
(Kabul ediyorum bir mikrobum, gecenin bu saati, ona Cünce dersem ne diyeceğini gayet iyi biliyorum, yine de içimdeki şeytan susmuyor ve bayıldığım tepki saniyesinde geliyor.)
"Tamam artık çok geç oldu, uyuyalım, yoruldum çünkü gerçekten" dedim.

Birden dudakları büzdü ve yaygara ağlaması değil, en içlisinden ve sessizce ağlamaya başladı. O yanaklardan, inci tanecikleri gibi yaşlar dökülürken bir yandan burnunu çekip, bir yandan da o koskocaman derdini anlatmaya çalışıyor:

"Sabaha kadar uyumuştum ben zaten, hep uyuyoruz, hep uyuyoruz, uyumak istemiyorum ben".

(Artık öğle uykusu da uyumuyor)

Sarıldım sımsıkı sadece. Öyle de uyuyakalmışız…

Ve hatırladım, bundan seneler öncesinde annesine "Dün okula gitmiştim ben zaten, hep gidiyorum, hep gidiyorum, okula gitmek istemiyorum" diyen bir birinci sınıf kızını.


Tarih tekerrürden ibaret, farklı durumlar ama aynı kalıp:))





---

15.12.2010
Dedi

Dün gece:

Bir şekilde yatağa götürebildiğimiz Günce ile önce "Ay'daki Bop"u (Aydaki Adam) okuduk.

(Buna okuma denirse, Günce şekilden şekile... bir an ağzımda bir ayak, ayak çıkıyor bu kez saçları doluyor- çünkü kafasını yüzümün üzerine yerleştirse bile, ağzımın içindeki ve gözümün önündeki saçlara rağmen hala okuyabileceğimi zannedebiliyor- "o ne",
"bu ne" şeklinde ardı arkası kesilmeyen sorular vb) ve sonra bir daha aynısını okuduk.

"Aferin Küçük Ayı", "Minik", "Dişimi İstiyorum" (bu tam 3 kez)...

Yarım saatten fazla zaman geçti. "Tamam artık ışığı kapatıyorum" dedim.

Günce'de bir panik, bir panik (eyvah uyku zamanı paniği):

"Aa, Cünce galba kaka yapmış, bezini içerde değiştirelim mi anne, ne dersin?" dedi önce, surat sevimli hale sokulmuş, kafa bir o yana, bir bu yana eğilmekte.

Kaka yaptığı falan yok tabi.

Yine de açtık, yeniden kapattık. Bütün bunları Günce'nin devinimleri içinde yapınca en az bir 10 belki 15 dakika daha geçti.

Baktı ki, yatma moduna geçiyor anne (baba zaten onca hareket ve sese rağmen sızmış- adamcağız uyumuyor, sızıyor artık resmen),bu kez de:

"Açıktım anne ben, hem de çok açıktım, ışamak (ıspanak) yemek istiyorum" dedi.

Ve kalktık.

Dahası yedi de gerçekten... Burada da "üzerine yoğurt koy", "neden yoğurt koydun ki, böyle yemicem", "babamın yanında yicem, babama gidelim", "burda yemicem, içeriye gidelim" (babanın yanına gidip, sonra tekrar geri dönüyoruz) şeklinde bir hareket zinciri
sonrası en az bir yarım saat daha geçirmiş oldu...


Odaya doğru yöneldiğimi fark edince minik bir bebeği kaptı hemen.
“Bak anne kısıma, ben anneyim, bu da kısım”.
“Küçük anne, hadi al kısını da, artık uyumaya gidelim” demiş bulundum.
“Ben anne diyilim, Cünce’yim ben” bu arada surat beş karış.
“Tamam Cünce’sin sen”
“Iııh, Cünce diyilim ben, Cünce’yim”
(Kabul ediyorum bir mikrobum, gecenin bu saati, ona Cünce dersem ne diyeceğini gayet iyi biliyorum, yine de içimdeki şeytan susmuyor ve bayıldığım tepki saniyesinde geliyor.)
"Tamam artık çok geç oldu, uyuyalım, yoruldum çünkü gerçekten" dedim.

Birden dudakları büzdü ve yaygara ağlaması değil, en içlisinden ve sessizce ağlamaya başladı. O yanaklardan, inci tanecikleri gibi yaşlar dökülürken bir yandan burnunu çekip, bir yandan da o koskocaman derdini anlatmaya çalışıyor:

"Sabaha kadar uyumuştum ben zaten, hep uyuyoruz, hep uyuyoruz, uyumak istemiyorum ben".

(Artık öğle uykusu da uyumuyor)

Sarıldım sımsıkı sadece. Öyle de uyuyakalmışız…

Ve hatırladım, bundan seneler öncesinde annesine "Dün okula gitmiştim ben zaten, hep gidiyorum, hep gidiyorum, okula gitmek istemiyorum" diyen bir birinci sınıf kızını.


Tarih tekerrürden ibaret, farklı durumlar ama aynı kalıp:))





---

16.12.2010
Yaptı

Yüzyıl (yeniyıl) ağacımız, zavallı ağacımız.

"Ağaç süslemekleri" (renkli saten toplar) asmışlardı dün akşam Eliz'le birlikte.


Günce önce iki topu aynı yere asarken, giderek 5-6 tanesini aynı yere asmaya başladı.

Asmayı tamamlar tamamlamaz da geri toplamaya bu kez.

Anne: "Ne yapıyorsun Günce'cim?"

Günce: "Meyveley topluyoyum, sebzeley topluyoyum ağaçtan".

Anne: "Ha evet, ne ağacıymış bu, neler topladın?"

Günce: "Elma (kırmızı top), domaneş de olabilirdir, biber (yeşil top), soğan (kırık beyaz top) böğürtlen (mavi top)".

O mavi topa böğürtlen demek, aklıma en son gelecek şeydi heralde.



---

16.12.2010
Yaptı

Yüzyıl ağacı Bölüm 2:

Ağaçtan topladığı "ağaç süslemekleri" (biraz önce meyve ve sebze olarak toplanmışlardı) bir süre sonra tekrar ağaca asmaya başladı.

Ve yeniden oradan toplamaya!

Ağaçtan aldığı her topu, teker teker gidip babanın üstüne koyuyor.

Bu sefer Eliz: "Günce'cim hadi gel onları ağaca asalım yeniden"
Günce: "IIhh, takmicam"
Eliz: "Ama ağacımızı süsleyeceğiz onlarla"
Günce: "Ağacı süslemicem, ben babamı süslicem".


---

16.12.2010
İlk kez

Kendi söylediğine, yine kendisi kızdı.

"Bak Cünce, kapı açilinca Noel Baba gelicek"
"Iııhhh, gelmesin, kendi DAĞ evinde kalsın".

!!!!!


---

16.12.2010
Dedi

Gece hala aynı tepinmeler, dönmeler, kısaca devinimler, devinimler...

Ardarda hapşırdım bir ara.
"Çok yaşa" dedi istifini hiç bozmadan (popo yukarıda, kafa gömülü yastık altına devekuşu misali).

O ortamda bunu demesi çok hoşuma gitti.

Annelik damarlarımda pik yapmış halde:
"Ayyy, sen yaşa bebeğim, sen çok yaşa.çok güzel yaşa..." şeklinde saymalara başlamışken, gayet net nokta koydu:

"Ben hapşırmadım ki!!!".


---

17.12.2010
Dedi

"Şu ekmeğin yumuşacık yerinden koparıyim, anneme veriyim."




---

17.12.2010
Dedi

Evde koltuk minderlerinden yapılma "kaydadak"tan kayarlerken Eliz'e "Neden birlikte kaymayalım?" dedi.

"Birlikte kayalım mı?" anlamında söylenmiş, biraz evrilip çevrilmiş ama ben çok sevdim.


---

17.12.2010
Dedi

Günce: "Babacım sen çok büyüdün, artık çocuk olabilirsin"
Baba: "Keşşkeee!"


---

17.12.2010
Dedi

Günce:"Despero izledim ben bugün annecim."

Bütün gün Günce'nin yanında olan anneanne hayretler içinde "Aaa, ne zaman izledin Despero'yu?" deyince Günce yanıtlar:

"İki zaman."


---

17.12.2010
Dedi

"Çok garip bir oyuncak bu baba, Eliz bebekken bunu oynardı."


---

20.12.2010
Dedi

"Öbüm koptu baba".

Aniden arkasında beliriveren babasına dedi.


---

20.12.2010
Dedi

Ta ta tatam! Anne-kız rekabeti başladı.

Dün akşam babaya "Damat" demeye başladı. Gelin de kendisi tabi. "Damat düşüyordum az kalsın", "Damat hadi dizlerimizle oturalım", "Damat yanıma deler misin?", damat aşağı, damat yukarı...

Ve o ağızdan her damat çıkışında bir kıkırdama, bir kıkırdama...

Sonra bana baktı, yanıma geldi, yanaklarımı ellerinin arasına aldı, "Sen de gelinsin, gelin-annesin"...


---

21.12.2010
Dedi

Yatak sohbetleri:
G: "Anne Emre benim kalbimi aldı."
A: ????
G: "Versin ama o benim kalbim."

Kalp hangi anlamda kalptir, hiç emin değilim.


---

21.12.2010
Dedi

Bu ayın durumundan mıdır nedir, kimle konuşsam, 2-3 yaş civarı çocuklarının gecenin bir saati sohbete kalktığından bahsediyor.
Dün gece 3-3,5 civarı, belki de 4.
Günce: "Tipa'ya didelim baba"
Baba: "Kızım bu saatte Kipa kapalıdır."
G: "Diyildir, Tipa'ya didelim, süt alalım"
A: "Günce'cim sabah olsun, Carrefourdan alırız."
G: "Olmaz bu süt sadece Tipa'da vardır."

O saatte bunu anlatacak halim olmadığı gibi, anlatsam da faydası olmayacağını da biliyorum.

G: "Baba o zaman ayaamı öp."

O saatte vıdı vıdı konuştu durdu.


---

21.12.2010
Dedi

"Ben daha sabah uyanmıştım, şimdi bi daha uyumak istemiyorum."

Sabahın körü uyanmıştı, saat olmuş akşam dokuz, gözünden uyku resmen akıyor, hanımefendi daha sabah uyanmışmış.


---

22.12.2010
Dedi

Sabahın ilk saatleri sohbetleri, saat 5 gibi bu sefer:
Günce: Anne bu örtü ne renk? Siyah mı?
Anne: Değil Günce.
G: Kafferengi mi o zaman, kaffe olabilirdir.
A: Kahverengi de değil Günce.
G: Hımm düşünelim o zaman, hadi anne sen de düşün.
A: Düşünüyorum Günce (düşündüğüm falan yok uyuyorum tabi ki, bu aralar böyle konuşarak uyuyabiliyorum).
G: Öyle düşünme anne, parmağını dudağına koyarak düşün (kendi böyle düşünüyor ya).

Bayağı koyu bir bejdi örtü.





---

23.12.2010
Sözlük
Kelime: uyurkenkalmışım
Anlamı: uyuyakalmışım
uykudan kalkıyormuş gibi yaparken söyledi

---

23.12.2010
Dedi

Yatmaya gitme pazarlıklarından sıkıldı bir an ve "Sen benden ne istiyorsun anne?" dedi.


---

23.12.2010
Sözlük
Kelime: yalabo
Anlamı: lavabo

---

23.12.2010
Dedi

G:"Baba benimle dans eder misin?"
Baba erir ve eridiği gözle bile görülmektedir.
G: "Caillou müziğiyle ama."

İşini de bilir.


---

24.12.2010
Dedi

Aşkta çatırdama:

Günce avaz avaz: "Bıktım bıktııımmm"
Baba: "Neden bıktın aşkım"
Günce: "Senden bıktım Damat"
Baba şookk: "Ne benden mi bıktın?"
Günce: "Hayır canım senden bıkmadım, sen çok iyi bir babasın, Damattan bıktım."
Baba: Erir.


---

24.12.2010
Dedi

Oyun oynarlarken,

Baba: Pazara gidelim mi?
Günce: Olmas canım pazar kapandı.
Baba: Kapandı mı?
Günce: Evet. Ama Forum açık!!!

Oyun ne zaman biter, gerçek ne zaman başlar bilinmez, karmaşık ilişkiler...


---

24.12.2010
Dedi

Eliz: "Çok kararlıyım anne, ben büyüyünce oyuncu olacağım, müzikal oyuncusu hem de."

Anne: "Çok iyi, umarım olursun, çok okumalısın o zaman."

Eliz: "Eğer oyuncu olamazsam stilist olurum o zaman yada Montessori öğretmeni (Hilal aşkından mütevellit son istek).

Günce: "Ben büyüyünce gelin olucam!!!!"

İsteklerine kesin saygı göstereceğim düşüncemi bir kontrol etmeliyim. Daha 17'sinde birini elinden tutup "ben evleniyorum" diye getirmez umarım.


---

25.12.2010
Dedi

Eliz'in tarafından bindi arabaya ve "koltaama oturmicam, arka koltaa oturicam" diyerek yerleşti arkaya.


Eyvah yine bir saat koltuğa oturma gerekliliği üzerine konuşmak zorunda kalacağız derken Eliz ışık hızıyla meseleyi halletti:

Eliz: "Haydi yerine yerleş Günce de, Caillou açalım."
Günce: "Peki oturuyoyum problem yok"

Anne ve baba: Dumur.


---

25.12.2010
Sözlük
Kelime: Dizimle oturucam
Anlamı: Dizüstü oturmak

---

25.12.2010
Dedi

Eliz söyleyeceği şarkıyı seçmek için Rengarenk'in şarkı sözlerini incelemede. Kitapçığa bakıp, söylüyor yavaşça.

Minik kızın elinden kaptı kitapçığı, ilk sayfasını açtı ve yüksek sesle okumaya başladı:
"Sevgili Cünce..."


---

25.12.2010
Sözlük
Kelime: Ayağımla oturucam
Anlamı: Sandalyeye çıkıp, ayağa kalkmak

---

Nurturia Anı Defteri Kasım 2010 Kayıtları

02.11.2010
Dedi

Dayanamamış artık ve akşam üzeri 4,5 gibi uyuyakalmış, 5,5 gibi ağlayarak uyandı, kucağımda aşağı yukarı yürürken mutfaktan gelen balık kokusunu farketti.
"Balina kokuyo buyası" dedi önce.
"Nerde balina" dedim ben de.
"İşte buydalar, küçük küçük, minicik, miniminnacık balinalay" dedi bir yandan da parmağının ucuyla minicikliği işaret etmeye çalışarak.


---

03.11.2010
Dedi

Anne: Şarkı söyleyelim mi Günce?
Günce: Söyleyelim.
A: Ne söyleyelim peki?
G: Ali yazay, Veli yazay (bizde böyle herkes yazıyor, bozan yok)
Tüp şuyunu çekey azay azay....
(Bu dörtlüğü söyler)
A: Şimdi de pazara gidelim'i söyleyelim mi?
G: Oluy.
A: Pazara gidelim, bir tavuk alalım
G: Hayıy, töpek alalım!
A: Tamam köpek alalım.
Pazara gidelim bir köpek alalım
Pazara gidip bir köpek alıp, napalım?
G: Ödeme!!!!

(Hav hav diyecek diye bekleyen anne tam anlamıyla hebelek olma durumu yaşamaktadır.)


---

03.11.2010
Dedi

Döküntü mevsimini açmış bulunmaktayız.

Sebep: Yine bilinmezlikler içinde.

Ne oluyor da başlıyor bu lanet şeyler, hala bilemiyoruz. Hem anne hem de baba geçen hafta ikimiz birden yoktuk ve anneanneden alınan rapora göre keyfi de gayet yerindeymiş ama buna rağmen stres mi tetikledi acaba diye düşünmekteyim.

Boynunda ve omzunda bu kez. Hafiften kollara da inmiş. Belli ki çok kaşınıyor, çok rahatsız ve sürekli mızmız (haklı tabi, durmadan kaşınmanın ne can sıkıcı olduğunu anne de iyi bilir ve bu yüzden çok iyi anlamaktadır durumunu ama sürekli ağlayıp, hiçbirşeyden
memnun olmayıp, istediklerini verdikçe sağa sola fırlatması, yememesi, "kucama al"lar, kucağa alınmalar, daha saniyesinde "inicem, iniceemmm" çığlıkları ve bunları kesintisiz 5-6 saat sürdürebilmesi, bir de anne zaten sıkıntısını geçirememekten yeteri kadar
gerginken, hiç de kolay değil).

En son noktada elindeki Pritt'i (en küçük boy), dudağına ruj niyetine sürmeye ve çaktırmadan tadına bakmaya kalkışınca anne artık gayet net bir "Hayır" der.

Daha 1 dk önce susmuş olan Günce yeniden başlar avazı çıktığı kadar bağırarak ağlamaya: "Munat, Munaaatttt, del".
Munat gelir, kucağına alır.
Günce: "Şen Munat'sın" der, ama bu öyle bir demedir ki içinde binlerce "başım sıkışınca hep geliyorsun"lar saklıdır.
Devam eder "Şen babasın", bir yandan da babanın yüzünü eliyle okşarken (Hep geleceksin, biliyorumdur aslında bu da, aynen bu ifadeyle söylenmektedir).
"Şen Munat babasın" (İyi ki varsın, iyi ki böylesin, farkını biliyorum).
"Cünce'nin babaşışın" (İyi ki benimsin).

Yetişip kameraya alamadım bunu, iki-üç sözcükle, ama ondan öte vücut dili ve gözlerle böyle bir konuşmayı, bu kadar yakından kaç kere gördüm, bilemiyorum.


---

06.11.2010
Dedi

Günlük güneşlikti bugün hava. Bir arkadaşlarının doğumgününe katıldı kızböceğim ile ağustos böceğim.
Hemen her yaştan çocuğun bulunduğu, yine de en miniğinin Günce olduğu bir doğumgünü.
Koştu, tırmandı, önce eteğini sonra ayakkabılarını attı ve sonunda yoruldu. "Yavaş yavaş gidelim bis aytık annecim" dedi önce.

Günce kucağımda koskocaman bahçede Eliz'i aramaya başladık.

Yolumuzun üstüne çok büyük bir kümes-kafes çıktı. Bir tavuskuşu, bir papağan bir de ne olduğunu bilmediğim renkli-uzun kuyruklu başka birşey daha.

Günce kuşa "Bizimle evimise gelmek iştey mişin kuş" dedi.
Ben "Ama.." diye ağzımı açar açmaz,

"Tamam, tamam anne, bisimle eve gelemiceni biliyoyum, şadece şöylemek iştedim, buraşı onun evi ve bişim evimiş buyaşı diyil" deyiverdi.


---

07.11.2010
Dedi

Uyumaya çalışırken Luli'de uyuyan babayı göstererek "Bak Luli'nin babası bile uyumuş" diyen anneannesine "O baba diyil, çocuk o"dedi önce biraz kızgın, biraz kırgın.
Sonra da kendi kendine alçacık bir sesle, "Babam çoookkk usakta, beni pencereden duymas, telefondan duyur şadece" diye ekledi.


---

10.11.2010
Sözlük
Kelime: Bacağımla otuyucam
Anlamı: Dizlerinin üzerinde oturmak

---

12.11.2010
Sözlük
Kelime: Tırnak kaşıntısı
Anlamı: Törpü

---

12.11.2010
Dedi

Yavaştan pembe yalanlara başladı bile:

Anne: Günce kaka mı yaptın?
Günce: Hayıy.
Anne: Bir koku geliyor ama.
Günce: Kaka yapmadım ben, öyümcek ağ yapmış olabiliy.

Yada ayağındaki çoraptan kurtulma çabasında ama baba izin vermezken:"Ayaam kayıncalanıyoy da ondan çikayıyoyum".


Ya da:
"Ayaamda çoyap yok, eyvah, napicam şimdi, napicam şimdi?" -Buna uygun tonlama ve panik hali de ses tonuna ustaca eklenmiştir-
Anneannenin çorapsız ve ayaksız ayağa olan zaafı çoktan farkedilmiştir bile.


---

14.11.2010
Dedi

Günce'nin "Foyum'a didelim" tutturmaları zaten büyük ve küçük gelen değiştirileceklerle denk düşünce, Forum'a yöneldik. Bir oturma özürlüsü olan Günce'nin daha arabadan iner inmez "pusetime otuymak iştiyoyum"u pek normal gelmedi bize ama durum canımıza minnet
olduğu için "pusetinde kımıldasa da oturan" kızımızla mutlu mutlu değiştirmeler için mağazaya girdik.

Daha iki gün önce Eliz'e alınan elbise için "benim bu, çıkaysın bunu benim, ben giyicem" diye bir bardak suda fırtınalar koparan, deliler gibi ağlayan, kendine alınan elbiseyi ise bir kenara fırlatıp atan Günce'ye, Eliz'in elbisesinin küçüğü ile kendisininkini
değiştirmek ister mi diye sorduğumda, hiç yerinden kalkmayarak "hayıy" dedi.

Hatta çoktan mağazanın altını üstüne getirmiş olması gereken Günce, Eliz giysisini denerken de oturmaya devam etti.

İşimiz bitip, arabaya doğru ilerlerken işin sırrı anlaşıldı. İki ayağında iki çorap ve iki ayakkabıyla yola çıkan Günce, yol boyu teker teker bunlardan kurtulmuş. Farkettiğimizde sol ayağındaki çoraptan da kurtulmaya çalışıyordu.

Teker teker çıkarıp atmış ayağından ayakkabıları ve çorabı, bulamadık tabi.


---

22.11.2010
Dedi

Bir yandan kaydırağa tırmanırken bir yandan da yanından geçen çocukların tamamına “meyaba, şenin adın ne?” diye sordu durdu. Bir kısmı duymazdan geldi Günce’nin sorusunu, bazısıysa yanıtladı. Bunlardan biri de Zehra’ydı. Sorusuna yanıt alan Günce sevinçle
“Anne bak Ceylan’mış adı” dedi bana. Kızcağız “Adım Ceylan değil Zehra” dedi lokum hanımın yanlış anladığını fark edince ama Günce bu attığı adımı geri alır mı? “Tamam şenin adın Ceylan olsun, Ceylan kız ol sen” dedi geçti.

(Yıldız Parkı)


---

22.11.2010
Dedi

Dayısının aldığı örgü elbiseyi giymeyeceğini tahmin ettiğim Günce ile İstinye Park Gap’e girdiğimizde elbise bir mankenin üzerinde giydirilmiş haldeydi.
“Günce’cim bu elbiseyi beğendin mi? Giyer misin bundan sen de?” soruma “Aaa, çok güselmiş bu, çok sevimlimiş di mi anne, biyendim bunu, Elis giyer” şeklinde bir yanıt aldım.





---

22.11.2010
Dedi

Ikea çıkışı market arabasına kurulan Günce’yle yürüyen merdivenden inerken, bir başka arabayla biri yanımıza çok yaklaşınca, bir an arabayı kontrol edemediğimi hissettim. Bu durumu atlamayan Günce “Heyşey yolunda mı?” dedi önce bana. Aldığı “evet” yanıtı
üzerine bu kez yanımıza fazlaca yaklaşan diğer ekibe “sizde de yolunda mı?” deyince ekip hayretler içinde kalakaldı.


---

22.11.2010
Dedi

Arabada olmaktan nefret eden Günce, yolun tangır tungur kısmında çok rahatsız oldu ki, "Babacım, çok hıslı didiyosun, dörmüyo musun araba koşuyor, baksana, yavaşlasana" deyiverdi.

Bunu derken avuçları yukarı dönmüş o minik iki eli yememek için kendimi zor tuttum.



---

22.11.2010
Yaptı

Kaydırak üstü “Adın ne?” sorularından birine “Rozi” yanıtını alan Caillou fanatiği Günce duyduğuna inanamadı ve yüzüne koskocaman bir gülücük yerleştirerek Rozi’nin elini tuttu.


---

22.11.2010
Dedi

Yıldız parkında telaşla “dikkat et kızım”, “önüne bak kızım”, “Günce aman” şeklindeki söylemlerine bir türlü son vermeyen babasına Günce “Babacım ben bunu kendi başıma yapabiliyoyum, çünkü ben aytık büyüdüm” diyerek noktayı koydu.


---

22.11.2010
Dedi

Kendinden 3. tekil şahıs olarak bahsetme zamanlarındaki Günce çıktığı sandalyenin üzerinde ayağa kalkmış ve bağırmakta:
"Kaygılanıyorum, kaygılanıyorum, anne Cünce'yi indirer misin burdan, düşücek şimdi."

İki yaşında ve "kaygılanıyor" hanımefendi:))


---

22.11.2010
Dedi

Arkadaşımın eşi “ne yersin, döner, köfte, balık…” şeklinde sıralarken, hızlı gittiğini ve Günce’nin bocaladığını düşününce yavaşlayıp “Döner sever misin?” şeklinde soruyu değiştirince, kucağındaki Caillou’yu işaret eden Günce “Caillou dönere bayılıy, ben
bayık şeveyim” şeklinde cevaplanıverdi.


---

23.11.2010
Dedi

Sabah kendini sıkıştıran babasından bunalan Günce "üff yaa, baba, uslu durar mısın?"ı yapıştırıverdi.


---

23.11.2010
Dedi

Anneyi kızdıran Günce bunun gayet farkında olarak önce parmak ucunda mini mini adımlarla "kucama delebili miyim?" le kucağıma yerleşti. Ardından yüzümü avuçlarının arasına alarak"oğğğ çok tatlışın annecim, çok düzelsin, mavi mavi göslerin var" dedi!!!

Gözlerim mavi falan değil zaten de mavi gözle güzelliği nasıl bağdaştırdı, anlayabilen beri gelsin.


---

23.11.2010
Dedi

G: "Büyük ayabalayın yani bu otobüşlerin de bagajı var mı anne?"
A: "Var kızım."
G: "Ben orda ne güzel koşabilirim di mi anne?"
!!!


---

23.11.2010
Dedi

"Biz Foyum'a dittik ya, işte orda lokum yedik, birazcık sert geldi ama bana".

Olayın olmasından kaç gün sonra birden aklına geldi heralde ki durup dururken böyle dedi.


---

25.11.2010
Yaptı

Sabahın köründe, daha gözleri bile yarı kapalı "Tirpiyle Testane" okuyalım diye uyandı.


Rüyasında mı gördü nedir, şimdiye kadar ilgilenmemişti hiç ve uzunca süredir de ortadan kaldırmıştım. Daha çok "börtlen mi ki bu", "biz börtlen yemiştik di mi anne", "peki bu ne ki" şeklinde (her sorunun sonunda da bir "ki" var) resimsiz sayfadaki bitki
resimleriyle ilgileniyordu.

Dün de şimdiye dek hiç hoşlanmadığı "Tostoro"yu istemişti, başladık ve yine tamamlayamadık ama olsun en azından korkmadı bu sefer.

Büyüyor mu ki?


---

26.11.2010
Dedi

Dün gece erken yatırmaya karar verdim (erken=22:30). "Titap" okuduk beş-on tane önce (sürekli böyle yatmadan önce kitap okursak yakında çocuk kitap sadece yatakta okunur zannetmeye başlayacak).


Baktım, bunun sonu gelmeyecek, "tapatmaaa"lara rağmen ışığı kapattım.

Bizimki uyumaya çabalıyor, cidden çabalıyor. Ben de sırtüstü yatıp, gözümü kapalı tutarak, lokum hanımı motive etmeye çalışıyorum kendimce.

2,5X2 m'lik bir yatakta yatıyoruz ve dün baba da yoktu, sadece ikimiz. Bir bakıyorum, bir ayak ağzımda (tam ters dönmüş), sadece 2 dakika sonra bacaklar karnımda, 1 dakika sonra kafa karnımda bu kez, sonra bakıyorum bacakların ikisi birden yatak başucuna
havaya dikilmiş, hatta bir an burnuma yerleşmiş popo nedeniyle nefes alamadım.

Döndü de döndü ve sonunda "Anne senin ortana delmek istiyorum" dedi.

"Ortama mı gelmek istiyorsun?"

Babanın yattığı tarafla benim tarafımın arasını (ortayı) demek istiyor heralde diye düşündüm.

"Evet, ortana delicem, ortanda uyucam" dedi.

"İyi, geç o zaman" dedim.

Günce, sırtüstü yatmakta olan beni, elimi tutup, kendine doğru çekerek yan yatar pozisyona gelmemi sağladı.

Üstümden atlamak için mi yapıyor, anlamaya çalışırken, geldi yan yatmış haldeki annesinin üzerine yerleşti (oldukça zor bir pozisyon olduğunu söyleyebilirim).

Çocuk gerçekten "ortama" yattı yani. Bunca yıldır bir "ortamın" olabileceği ve bu "orta"nın da önüm ve arkam arasında olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Ve bunca yıllık hayatımda ilk kez böyle bir taleple karşılaşıyorum.

Bakalım, daha neler aklına gelecek?






---

26.11.2010
Dedi

Annee, bak Cünce naapmışşşş, yoğurdu sepaya, yerlere dökmüşşş, üstüne de dökmüşşş".

Gözümün içine baka baka yoğurdu yere boşaltıp, sonra da onun bu olayla hiç ilgisi yokmuş ve ben de görmüyor muşum gibi anlatıyor bir de üstüne.


---

Nurturia Anı Defteri Ekim 2010 Kayıtları

01.10.2010
Dedi

Bu ara kurşun mu döktürsek nedir, hergün vukuat...

Akşam yatma saati yaklaştıkça ve uyumamakta ısrar ettikçe Günce'nin hareketlerinde ciddi bir dengesizlik oluyor.

Eliz pijamasını giymiş, yatma hazırlığı içindeyken Günce hala onunla "yakalamaca oynayalım" modunda.


Koşarken öyle dengesiz hareket ediyor ki babadan "artık koşmayın" uyarısı alıyorlar ve de elbette duymuyorlar bile. "Koşmayın, yavaş"lara rağmen Günce "Kaçiyoyum, yadi yakala beni" diye bağırarak koşarken, Eliz de Günce'nin dengesiz gidişinin farkına varmış
olmalı ki düşmeden onu yakalayabilmek için arkasından koşmaya başladı.
Bunu oyuna katılım olarak algılayan Günce bir yandan arkasına bakarken bir yandan koşmayı sürdürünce, sürgülü mutfak kapısına öyle kötü çarparak düştü ki sesi bile çıkmadı.
Kucağıma aldığımda elime gelen bir avuç dolusu kanı görünce, kendimi kontrol etmeye çalışsam da benim de betim benzim atınca deli gibi ağlamaya başladı bu sefer. Akan onca kanı ve dudağının halini görünce Eliz de ağlamaya başladı.
Dişine de birşey olmuş mu, sadece dudağımı patladı diye anlamaya çalışan baba, bir yandan da aslında sadece demekle kalıp önlem almamış olmanın pişmanlığı içindeyken yine de susamayıp, "koşmayın artık demedim mi" size deyince çok garip birşey oldu.

Sessiz sessiz ağlayan Eliz, ortaya söylenmiş bu sözü üstüne alınarak, daha önce hiç duymadığımız yüksek bir tondan "o düşünce ben üzülmüyorum mu sanıyorsunuz, ben kovalamıyordum, sadece düşmesin diye yakalamaya çalışıyordum" diye avaz avaz bağırırken ağlamasını
da iyiden iyiye arttırarak, banyoya gitti.
Deliler gibi ağlayan Günce ise aniden susarak, ağzından akan kanları temizletmeye bile fırsat vermeden, "ben Elişin yanına didiyoyum, onunla uyucam" deyip kucağımdan fırladı, banyoya, Eliz'in yanına.

Biz birbirimize bakakaldık.

Dayanışma buysa, umarım bir ömür böyle olurlar.


---

01.10.2010
Dedi

"Foyum'a didelim anne" ısrarları, aldığımız ve ayağına olmayan ayakkabıyı değiştirme zamanıyla çakışınca hiç uzatmadan isteğini yerine getirdim.

Gitmek için pek hevesli görünen Günce, Zara'ya girme konusundaysa tamamen ters bir davranış sergileyerek "biyenmedim buyayııı" diye tutturdu.

Güç bela ayakkabıyı verip yerine yenisini aldık (ben kucağımda tutarken, görevli kızcağız "aa ayağı küçücük aslında, nasıl 23 numara girmez " şeklindeki şaşkınlıkla sokmayı başardı). Aradaki fiyat farkı için de alelacele birşeyler daha aldık.

Eve geldik, poşet bir tarafa, biz bir tarafa. Derken Eliz, ardından da baba geldi.

Bu arada da Günce lego parçalarını ortalığa saçmakla meşguldü. "Bunları toplar mısın lütfen?" deyince, bana "Evet toplayım ve çöpe atayım" dedi??!!??

"Çöpe atarsan bir daha oynayamazsın" deyince
"Evet oynayım, önce Foyum çöpüsüne atayım, sonra alıp oynayım" dedi.

Foyum çöpüsü: İçi henüz yeni alınmış ayakkabı ve giysilerle dolu poşet'miş.


---

04.10.2010
Dedi

Günce bana birkaç gündür Hakan diyor.

G:"Napıyorsun Hakan?"
N: "Ayakkabını çıkarıyorum kızım"
G: "Niye diydiyiyoşun peki?" (E tabi, çıkaracaksak niye giyelim ki, yıllarca "akşam yeniden bozacaksak sabah neden yatak topluyoruz ki" diyen annenin kızı ne de olsa)

M:"Hakan kim kızım"
G: "Hakan işte"
M: "Hangisi ama?"
G: "Yakışıklı olan"
M:!!!!! "Eliz'in tenis öğretmeni mi?"
G: "Hayıy, bandan takan"
(Hangi Hakan olduğunu anladık da, Hakan sadece kortta bandana takıyor, gözünden kaçmamış bu ayrıntıda)
M:!!!!!! (Hala yakışıklı kısmına takılmış durumda)
M: Peki ben mi yakışıklıyım, Hakan mı?"
G: Hakan tebi.
M:!!!!!!


---

04.10.2010
Dedi

Gece uyumama turlarındaki Günce, yarı açık gözlerle yatağa bayılmış beni, daha doğrusu geceliğimdeki deseni görünce:
"Çok biyendim kızını, çok tatlımış, çok şevdim ben kızını" dedi de, ben hangi kızdan bahsettiğini idrak edene kadar 5 dk geçti:)))


---

06.10.2010
Dedi

G: "Annecim şana çipak okuyim mi ne derşin?"
A: "Çok isterim tatlım"
Koşa koşa odasına gider ve kaptığı iki kitapla geri gelir. İlki Eliz'in minik "ilk sözcüklerim" kitaplarından biridir.


Okuduğum her sözcük için, sayfada zaten sadece o resim olmasına rağmen "yerde?" diye sorar.
A: "Balon"
G: "Balon yerde?"...

İkinci kitabı kendisi okuyacaktır ve daha önce okumadığımız ingilizce bir "Ariel" öyküsüdür.

İlk sayfa: "Deniş kışı Aliyel, çok memnunmuş"

İkinci sayfa: "Memesini kapatmış ve yüsmüş"

(Sayfada sadece mor bir bikini üstü ile göbeğine kadar olan kısmı görünen Ariel bulunmaktadır).


---

06.10.2010
Dedi

Ekipten köşe bucak kaçarak okuduğu kitabı bitirmeye çalışan anneyi sonunda yatak odasında elinde kitapla yakalayan Günce:
"Annecim, bak sana ne dicem...
...çok ciddisin"




---

06.10.2010
Yaptı

Çok ağladı. Akşam saat 9'dan sonra.
Eliz ertesi gün serbest giysi günü olduğu için, giysileri denemek üzere giydi, şapkasını taktı, okul çantasını da değiştirdi.
Eliz'in okula gideceğini zanneden Günce "Ben de gidicem, okula, ben de şeninle delmek iştiyoyum" diye tutturdu önce.
Koşturarak odasına gitti, hızla bir t-shirt ve pantolon seçmiş, onları alarak geldi.
Bir yandan çantasını hazırlayan Eliz'i gözden kaçırmamaya çalışırken, bir yandan da telaşla "Diydiy tişortumu anne, diyemiyoyum"larda.
Anne salak gibi "Günce'cim Eliz şimdi okula gitmiyor, bak zaten şimdi akşam, karanlık, yarına hazırlık yapıyor" diye anlatmaya çalışıyor da dinleyen kim.
Tshirtü kafasından geçiriyor, hem de daha önce üzerinden çıkarmaya uğraştığı, yapamayınca, gözardı ettiği elbisenin üzerine.
Bir yandan hala Eliz'in üzerinde gözü, bana "Kafamı deçiymeyi başaydım anne, kolumu deçiyiy mişin, yüffen anne, yüffen, yüffen" diyor.
Anne salaklığı bırakıp giyinmesine yardım ediyor, yarım kollu elbisenin üzerine, atlet tipinde t-shirt, altına da kapri.
Artık Eliz'in yatma saati ama mümkün yok Günce'yi, Eliz'inokula gitmediğine, yatacağına ikna edemiyoruz.
"Ben de Eliş'le ditmek iştiyoyum, okula didicem ben de şervişle" diye ağlıyor da ağlıyor.
Eliz pijamalarla yatağa girmiş durumda ama hala ikna olmadı "ya giderse" diye yanına yatıyor ağlayarak.
Sonunda kucağıma almayı başarabiliyorum.
Gözler ağlamaktan kızardı, şişti.
Boş yere döktüğü o inci tanelerine mi yanalım, artık evde çok mu sıkılıyor acaba diye mi telaş edelim şaşırarak "şıkı şıkı şarıldık"...


---

07.10.2010
Yaptı

Sabaha karşı 4:00 suları. Günce'nin sesini ve söylediklerini duyunca rüya görüyorum zannettim.

Sonra baktım ki rüya gören Günce ve sayıklıyor:

"Uyumıcam"..."Uyumak iştemiyoyum"...

Uyuduğunda gece 12'ye geliyordu nerdeyse saat ve başka şansı kalmamıştı, çünkü ben bayılmıştım artık, sabahın köründe de uyanıyor...

Biri yemez, diğeri uyumaz...Hangisi daha kötü ayıramıyorum...



---

08.10.2010
İlk kez

Şarkı besteledi!

Akşam baba ve Eliz gelmeden önce, Eliz'den kalma ayaklı mikrofonu yerleştirdi, ayarladı, vazgeçip mikrofonu eline aldı ve başladı söylemeye...

Ama şarkı hiç tanıdığım bir şarkı değil ve "A bim boş" gibi birşey söylüyor.

Ne ki bu diye anlamaya çalışırken

"Ayicik ve Ben" dediğini ayırdım.

Kızım kendi bestesine, hem de kendi sözleriyle söylüyormuş.

"Ağabeyim Boris" diye başlayan ilk dize (A bim boş diye anladığım yer) "Ayıcık ve Ben" diye devam ediyor.

Bu aralar elindeki kitaplar...


---

11.10.2010
Dedi

G: Titti'nin saçı yok di mi annecim?
A: Seninki gibi saçı yok, tüyleri var.
G: Bunlar da kulakları di mi, saç diyil bu da?
A: Kulakları evet.
G: Anne bu totayı çıkarar mışın yüffen, canı acicak Titti'nin, saçı diyil buraşı.

Kitty'nin kulağının ön tarafına doğru dikilmiş toka Günce'yi çok rahatsız etti!!!


---

15.10.2010
Dedi

Dün akşam artık dayanamayıp Nil+Eliz+Günce üçlüsü de daldı Tchibo'ya.

Burası yağmalanan mağazalardan olmamış belli, çok az ürün tamamen bitmişti, yer yer oynamış bir hava da yoktu.

Eliz puanlı yağmur botlarına takıldı ama ona göre numarası yoktu.

Günce ise pasta-kek dolabına.

Günce: Paşta iştiyoyum ben.
Görevli: Pasta veremiyoruz bu saatte, dolap kapanıyor (saat 21'de pasta yemesin artık diye işaret eden bendenizi dikkate alan görevli).
Günce: Kapali diyil dolap, bak açik, paştalay vay buyda, mözeik iştiyoyum ben.
Görevli:??? O mozaik değil canım, çikolatalı pasta o.
Günce: (Bir süre tereddütte kaldıktan sonra) Şu kıymızıdan da oluy (vişneli cheese cake).
Görevli: ??? (Israr karşısında şaşkına döndü kızcağız ve kendince basitçe çözmeye karar verdi) Peki ben sana minik bir kurabiye vereyim mi, kalp şeklinde hem de?
Günce: Kabade de oluy (uzatılan kurabiyeyi alır).
Teşekküy edeyim.
Görevli:??? Rica ederim.
O sırada Günce hapşırır.
Görevli: Çoook yaşa.
Günce: Sağol.
Görevli:??? (Ben de şaşırdım, sağol demeyiz genelde)
Günce: Ödeme yaptık mı anne?
Anne: Yaptık kızım.
Günce: Yadi didelim mi anne o zaman? (hala bazı h'ler y)
Anne: Gidelim kızım.
Günce: Eliscim didiyoyuj aytııııkk...
Görevli: ???




---

15.10.2010
Sözlük
Kelime: kabade canıvısı
Anlamı: kurabiye canavarı

---

16.10.2010
İlk kez

Annesiz ve babasız, anneanne ve Eliz'le uyuyacak...

Anne bunun bir fırsat olacağını, kesintisiz uyuyacağı bu akşamı dört gözle beklediğini sanıyordu ama evdeki hesap çarşıya uymadı, an itibarıyla halen, gergin ve endişeli.

Annenin bu durumuna, anneyi rahatlatacağına, daha da geren dünyanın en endişeli babasının da hatırı sayılır katkısını unutmamak gerek elbette...

Yangına körükle gitmek diye buna diyoruz heralde...


---

18.10.2010
Dedi

Banyodan çıktı, kafasına "beye"sini geçirdi, yatağa uzandı, bezi takılırken elinde saç fırçası:
"Saç tayamak ve uçaa binmek ve denişde yüşmek ve balıklayla yüşmek ve yunuşlayla yüşmek" dedi.
Kar tanesi (banyodan çıkmış haline böyle diyor kendisi) kurtulamadı bir türlü yazın izlerinden. "Çıpyak çıpyak" dolaşmak, "pıtı pıtı" yerlere çorapsız terliksiz basmak derdinde hala...


---

18.10.2010
Dedi

Cumartesi, pazar anne ve baba yoktu. Sorun çıkarmamış ama biz onu çok özledik ve çok endişe ettik.

Geldiğimizde uyuyordu.

Sabah uykusunun arasında "o beniimmm" diye bir çığlı attı, bana doğru döndü ve o sırada gözleri hafifçe aralandı.

Beni görünce gülümsedi, sarıldı ve uykusuna devam etti, ama çok güzeldi:))

Bir süre sonra uyandı ama her zaman yaptığı gibi gözünü açar açmaz yataktan fırlamadı.

"Anne şen ikide dur, baba şen de beşte dur ve ben de sekizdeyim. Babacım şen bana şarıl ve anne şen de şarıl" dedi.

Sarıldık...




---

19.10.2010
Yaptı

Bütün gün uyumamış. Saat 6 civarı hafiften mızırdanmaya başladı. "Hadi anneanneyi evine bırakalım" dedim. "Tamam" dedi. Son dakika Eliz de gelmeye karar verdi. Ve tabi Hülya da (bakıcısı).
Küçük araba bendeydi. Önce "bunu iştemiyoyum, büyük ayabayla didelim" krizi, ardından "koltaama oturmicam" krizi...
Derken hemen yanındaki koltukta oturan Eliz'in kemerinin takılı olmadığını farketti.
"Elisçim kemeyini tak" krizi bu sefer. Ki aslında haklı ama Hülya diğer koltukta oturduğu için Eliz kemerini takamadı.

Beş dakikalık bir mesafe için de olsa Günce, Eliz'in kemersiz gitmesine deliler gibi itiraz edince, Hülya "Ben burada oturduğum için takamıyor kemerini Günce'cim" dedi.
Daha Hülya'nın ağzından çıkan kelimeler tamamlanamadan Günce yapıştırdı cevabı "İn".
Hülya: "Az sonra ineceğim Günce"
Günce: "Şaten buyaya babam delicek, otiricak, bak buydan buydan geçiyoyus ve babam otiricak"...


---

21.10.2010
Yaptı

Bazı sözcükler karışmaya başladı, "gölde" de "dölde", "gölge" de "dölde"...

Pirincin taşını ayıklamak çok keyifli ama...


---

21.10.2010
Dedi

Kavanozun kapağını açmaya çalışır ama açamaz ve bana uzatır:
"Annecim açamadım ben bunu, çok zor çoookkk".


---

21.10.2010
Yaptı

Yine ayakta geçmiş bir tam gün sonrası, akşam saat 20:30 suları.
Mızırdanma ha geldi ha geliyor, bir başlarsa ağlamaya, dinmesi en az 1 saat sürecek belli.
Birşey yapmalı, krizsiz uykuya geçebilmeli...
Yemekten artan tavuk parçacıkları bir poşete doldurulur.
Anne:"Haydi, köpeklere yemek vermeye gidelim mi?"
Günce:" Didelim didelim"
Eliz: "Ben gelmicem, siz gidin"
G: "Niye ki?"
E: "Yorgunum ben yürüyemem şimdi"
G: "Deliceksin Eliscim, anne Elis de delşin, yüffen yüffen delşin"
E: "Ay tamam geliyim ben de"
Aşağıya inilir, Günce yine pusete oturmaz ve bu durum bu kez anne-babanın işine gelir. Son yorulmaları fırsattan istifade şeklinde kullanma planları bulunmaktadır.
G: "Elişin elini tuticam, şenin elini tutmicam baba"
B: "Tamam ama kaldırımdan yürüyün" ...
B: "Elizcim çok uykusu var ve sersem sersem yürüyor, çok dikkat et olur mu?" (Gölge şeklinde peşlerinde yürümesine rağmen iç sesine yine de hakim olamayan babanın güya "fısıldaması")

Dondurmacıya kadar yürünür, orada "çuçaka ve damla şakışlı domunuda" siparişini kendisi verir, kurulduğu koltuktan.

Biraz dondurmayı yaladıktan sonra, her zamanki gibi ters çevrilir ve külah ucundan kemirilmeye başlanır. Dondurmadan sıkılınır ve anneye uzatılır.
G: "Annecim domunudamı yeymişin, damla çuçakalı domunudamı?" (Damla sakızlı ile çikolatalı karışıyor birbirine burada).

Dondurmacı ziyareti sonlandırılıp, Günce pusete oturma konusunda ikna edilir.
Oturur ama kemerinin bağlanmaması koşuluyla (iyi pazarlık ediyor).

Köpeklerin olduğu bölgeye yaklaşırken düştü düşecek şekilde öne doğru sarkar.
Geriye yaslanması konusunda ikna edilemez.
Eliz devreye girer.
E: "Günce'cim böyle öne sarkarsan Arap seni göremez."
A ve B:????
Eliz'in uykusu gelmiş belli diye düşünürken Günce: "Arap da kim ki?"

Buyrun şimdi, o mekanı ev bellemiş kapkara köpeğe çevre halkı tarafından takılmış ad olduğunu anlatın Günce hanıma...



---

22.10.2010
Dedi

Eve açlıktan bayılmak üzere giren anne (daha kapıdan girerken “şana teyyikleyini veyiyoyum annecim” diyerek terliklerini uzatan mini mini kızını yemeyi ihmal etmeden) doğruca mutfağa yönelir.

Bu durum muhtemelen anneyle yapılacak planları olan Günce hanımın hiç hoşuna gitmese de kan şekeri yerlerde sürünen anne başka birşey görebilecek durumda değildir.


Kendine nohut-pilav ikilisini koyarken “bana da yicek bişeyley veyey mişin annecim” diyen Günce’ye de birer tabak koyar. Ama tabaklara konulanlara bakan Günce yeme kararından vazgeçip odaya doğru ilerlerken bir yandan da “Buyaya deler mişin anne?” ile başlayan
cümlelerini “ama delmen geyekiyoy” a çevirir yavaştan ve giderek “buyaya delmek zorundaşın” larla ilerler (buna da sözlü taciz denmez de ne denir).

Aç anne bir yandan tıkınırken bir yandan da “tamam kızım geliyorum”, “yemeğimi yiyeyim, geleceğim hemen” vblerle taciz cümlelerini karşılamaya çalışırken Günce “Anne hemen del, şana babun göştericem” diyerek noktayı koyar.


Olabilirdir tabi, pekala da minik kız nohutu barbunya zannetmiş olabilir.

“Barbunya mı göstereceksin, orda mı yemek istiyorsun” şeklinde saçmalamakta olan anneye Günce önce resmen “amma primitifsin anne” bakışlarıyla bakar.

Ve tamamlar: “Babun diyoyum, babun, babun, goyil diyoyum yani”!!!

(Annenin idrak hızı, yemekten babun meselesine hangi ara geçildiğine yetememektedir malesef)





---

25.10.2010
Dedi

Pazar günü Penguen.
Burcu: "Sen akşamları uyumuyor musun Günce'cim?"
Günce:"Hı hı, öyle, uyumuyoyum evet"
B: "Neden uyumuyorsun peki?"
G: "Annem ışığı kapatmıyoy da ondan"
Anne:????? (Ne ışığı kapatmaması, anne seni yatakta bile tutamıyor Lokumcuk)


---

27.10.2010
Dedi

Keyifsiz birkaç gündür, hasta denemez ama keyifsiz. Ve iştahsız.
Akşam yemeği zamanı masaya oturmamak için elinden geleni yaptı.
Sonunda da gitti kendi minik masasının altına girdi "Muyat beni bular mıısııınnn?" diyerek (bağırmalı değil, şarkılı bir mısıınnn).
Anne de fırsattan istifade kaşığa doldurduğu yemekle masanın altına eğildi (normalde böyle bir arkada çatal-kaşık-tabak dolanma durumumuz yok aslında).
"Aa, buraya minik bir köpecik gelmiş, al bakalım köpecik yemeğini" diye kaşığı ağzına uzattı.
Kendisine teklif edilmiş oyun fırsatını hemen kabul eden Günce önce "hav hav" diyerek kaşığa doğru ağzını açtı tamamen içgüdüsel.
Sonra birden kendine geldi ve "iştemiyoyum, köpek mamısı" deyiverdi.

Bu anne de bu kızla dans edemeyeceğini hala anlamadı...


---

30.10.2010
Dedi

Gece çok gelebilince eve, Günce çoktan uyumuştu. Yanına yattım.
Sabah 6 gibi uyandı, kaç gündür anneyi görmediğini tamamen yok sayarak, elimden tuttu "hadi içeriye didelim" dedi.
Ön tarafa doğru yürüdük birlikte (ve ben gözleri yarı kapalı), "istersen biraz daha yatalım, bugün tatil, uyanmak için daha çok erken" dedim ona.
"Emin misin?" dedi bana.
"Evet" dedim.
Bir an durdu, sadece bir an.
"Hımm, ben emin diyilim, hadi didelim" dedi.



---

30.10.2010
Dedi

Anne ve babanın aynı anda evde bulunamamalarının üçüncü gününde Günce önce telefonda annesine "Şana biy mektuk hazırlıyoyum" diyerek zaten dağılmiş olan anneyi iyice dağıtır.
Ancak daha sonra annesiyle konuşan anneannesine "Yetey aytık, çok konuştun, kapat, kapat" demeyi de ihmal etmez.
Anneden yarım saat önce arayan ve "çok özledim seni" diyen babaya ise "ben şeni hiç özlemedim" dediği haberi bu arada anneye iletilmiştir.



---

Nurturia Anı Defteri Eylül 2010 Kayıtları

01.09.2010
Yaptı

Eliz, Günce ve Günce'den 9 ay büyük kuzenini Joker'e götürdük.
Günce 25 numara bir Agatha Ruiz de la Prada'yı ayağına geçirip "bu tam bana göye, bu oluy" şeklinde mağazanın içinde dolanmakta (en az iki numara büyük ayakkabı aslında).
Günce'nin ısrarları karşısında mecbur kalan baba bir yandan ayakkabının 23 numarasını aratırken bir yandan da kendi kendine söylenmekte:

"Nasıl bir iş bu böyle, 2 yaşındaki çocuk bile oyuncakçıda kendine ayakkabı beğeniyor, kesin x kromozomuyla taşınıyor"


---

02.09.2010
Dedi

Günce:"Elisciim bebeyi mama şandalyeşine şokmaya çalişiyoyoyum, bana yamın (yardım) edermişin?"
Eliz:"Bu bebek o mama sandalyesinin bebeği değil Günce, girmez oraya"
Günce: "Şokabiliyiş Elisciim, bak işte yapabiliyoyoyum" (gerçekten bebeği sokmaya çalışır ama bebek büyük geldiği için girmez)
Günce bebeğe: "Yüffen bebek, giyebilişin buyaya, yadi (hadi) diy buyaya"...


---

02.09.2010
Dedi

"Anneciim bu şütü şoğutmayı düşünüyoyum"!


---

03.09.2010
Dedi

Günce:" Baba bana kavıltı hazıylay mışın?"
Baba: "Hazırlarım tabi kızım"
Günce: "Ben de şana yamın edim mi?"
Baba: "Yok tatlım sen yatmana devam et, ben hazırlarım"
Günce: "Yamın etmemi iştey mişin?"
Baba: "Gerek yok kızım, ben yaparım"
Günce:" O zaman ben şana yamın edim"
Baba: "Ben hazırlarım bebeğim, sen uyumana devam et"
Günce: "Çünkü ben gözümü açık tutamıyoyum di mi?"
Baba:!!!


---

05.09.2010
Dedi

Günce: "Cıslastıs yapiyoyum, bakın bana"
Anne: "Ne yapıyorsun Günce?
Günce: "Tekyaylıyoyum, cıslastıs yapiyoyum"


---

06.09.2010
Dedi

Babamız zona oldu (bu kadar gerginlik ve stresle olmasa şaşardım zaten), "ağrım var, biraz uzanacağım" deyip, içeriye gitti.
Çaktırmadan dinlemiş Lokumcuk.
Babasının yanına gitti pıtı pıtı.
Yatağa çıkıp "Haşta mışın, öpücük kondurim mi şana, geçsin?" demiş.


---

08.09.2010
Sözlük
Kelime: Başkapan
Anlamı: Başbakan

---

08.09.2010
Dedi

Günce: "Babacıım şana yemek hazıylıyoyum"
Baba: "Teşekkür ederim kızım"
Yemek karışımını karıştırdı, pişirdi, kaseye aktardı.
Günce: "Al canım, şana köpek mamaşı"
Baba:!!!!!!


---

12.09.2010
Dedi

Oturduğumuz kafeden kalkmak üzereyiz ama tam o sırada Günce masanın bana yakın olan tarafının altına girdi ve ıkınıp sıkınmakla meşgul.

Baba durumu farketmedi ve "hadi kalkalım artık" dedi.

Bir yandan sıkınmaya devam eden Günce, bir yandan da babaya cevap yetiştirdi:
"Bitiymek üzeyeyim"...


---

14.09.2010
Dedi

Elimiz kolumuz Eliz'in kitaplarıyla dolu eve girip, bir de onları kaplamak için ortalığa dökünce, bunca kitabın içinde kendisine bir tane bile "çipak" çıkmayınca çok bozuldu (nasıl akıl edemedik onun için de birkaç kitap almayı, zaten Eliz'in okula gitmesi
ona yeteri kadar koydu).

Anneannesine "Ben de şeninle deliyoyum, hazır mışın tatlım, çıkalım mı"lar, "şana bir öpücük kondurim mi"ler ve daha bir dolusu...

Ciddi ciddi akşam kalmaya anneanneye gidiyordu bizimki.




---

14.09.2010
Dedi

Okuldan gelen Eliz'e önce afra tafra yaptı, sonra birlikte balkona çıktılar. Durup dururken Eliz'e sarıldı ve "Okul kokuyoyşun şen" dedi.

Küçük kuşuma çok dokundu bu okul ayrılıkları...


---

14.09.2010
Dedi

Babacım ben bişeyler içicem, şen de işter mişin?


---

18.09.2010
Dedi

Günce:" Kaynım çok ağyıdı, neden kaynım ağyıyoy annecim, gaz mı vay?"
Anne: "Olabilir Günce"
Günce: "Peki kaynıma yerden giymiş bu gaz?"


---

20.09.2010
Dedi

Ayağında çoraplarla seramiklerin üzerinde bir yandan kayarken, bir yandan da "Biliyomuşunuz ben çok iyi buş pateni kayabiliyoyum" dedi.

Ve ekledi:
"Ama onlar beni almiyo…"


---

20.09.2010
Dedi

Dün boş kortlardan birinin gayet ağır ve parmak sıkıştırma potansiyeli yüksek kapısını açıp, korta daldı "Ben içeyiye diyiyoyum annecim, göyüşüyüz, dittatli ol" diyerek.
"Buradan çıkmalıyız Günce, tenis oynayanlar için burası, bu kapı da çok ağır bir kapı, elin sıkışabilir" diyerek dışarı çıkardım.
"Buyası okul annecim, buyasi da sınıf, içeyiye didiyoyum ben, dittat olicam" dedi ve yine girdi.
Fileye kadar yürüdü, birden durdu ve:
"Olamaj, kimse yok buyda, napicam şimdi" deyip, tekrar kapıya geldi.
Bu böyle en az 5 kez tekrar ettikten sonra, kucaklayıp götürmek zorunda kaldım.


---

21.09.2010
Dedi

"Kaynım ağyiyo babacım, öveler mişin?"


---

21.09.2010
Dedi

Bisküvi istedi, ben de elimi pakete daldırıp bir tane verdim.
"Tabaa koymalışın annecim" dedi.
Koydum, yanında da bir bardak süt verdim.
"Tabamı kendim dotüyebiliyim" dedi, "koltaana" kadar taşıdı, yerleşti ve,
"Çok naziksiniz" dedi.


---

22.09.2010
Dedi

Dün gece 11'de yatırma çabaları içindeyiz baba ve ben, o da "uyumak iştemiyoyum" derdinde.
Sağında ben, solunda baba, Günce ortada:
"Tele oldum ben" dedi.
İkimiz birden: "Tele mi oldun? O ne Günce?"
"Teytentele (kertenkele) işte, şen de kalemun (bukalemun) oldun annecim ve şen de kuybaaşıınnn babacıımmmm."
Daha 5 sn bile geçmemişti ki fikir değiştirdi:
"Ya da ben kuyba oliyim. Ve işte tepiniyoyum şimdi."


---

22.09.2010
Dedi

Dün akşamüzeri eve girdiğimde uyuyordu, bir süre sonra uyandı yine yüzünde o kocaman gülümsemesiyle.
Anneanne: "Meyve yer misin Günce'cim?
Günce: "Yeyim."
A: "Ne istersin, şeftali, armut, üzüm?"
G: "Aymut oluy."
A: "Nasıl yiyeceksin, minik minik mi yapayım, ısırarak mı?"
G: "Böyle elimde ışıyayak yiyicem. Elma da yiyicem elimde."
Bu arada da uykudan yeni uyanmış da olsa elinden "moy" çantası eksik değildir. Birden:
G: "Ya da bu elimde aymut olşun, bu elimde de elma olşun, annecim şen de çançamı aşar mışın?".

Şimdi bu kızı yemeyeyim de ne yapayım?


---

23.09.2010
Sözlük
Kelime: doktor suyu
Anlamı: serum

---

23.09.2010
Dedi

Gecenin bir saati biz onu yatırmaya çalışıyoruz, o da yatmamaya...
İkna etmeye çalıştığımız bütün sözler, her kitap okuma denememiz vs vs hiçbiri top gibi yataktan atlamasına engel olamadı ve ekledi:
"Hergün hergün yatıyoyuz ama..."


---

24.09.2010
Dedi

Dün babanın mix maçı için tenis kulübüne gittik. Günce ortalarda dolanıp, "mozöik paşta" siparişi verirken, anestezist bir arkadaş:
"Abla oldun sen artık Günce'cim" dedi.
Günce: "Büyüdüm ben ve şimdi babayla teniş oynicam" dedi.


---

24.09.2010
Dedi

Gece uyumama direnmeleri yine.
G: "Baba bana şaykı açır mısın?"
B: "Açarım kızım ama yarın abla ve abilere sınav sorusu hazırlayıp göndermem lazım. Bunu bitireyim öyle açayım olur mu?"
G: "Tamam babacım soyun diyil"!!!

Oysa ki gecenin bu saati, uykusuzluk gözünden akarken kıyamet koparmasını bekliyorduk.


---

24.09.2010
Dedi

Nihayet arabaya yerleştik ve eve gelmemize beşyüz metre kala, çıkarken çantamı evde bıraktığım ama kulüpten ayrılırken de babadan anahtarı almadığımı hatırladım (cüzdan olsa markette oyalanabilirdik hiç olmazsa).
Onlara birşey söylemeden bir U dönüşü, yeniden kulübe yöneldik mecburen, Tavşancık Potter seyrettikleri için farketmediler döndüğümüzü.
Yeniden kulübün girişine yaklaşınca Günce çevresine baktı ve:
"Garipsin anne, çok garipsin" dedi!!!

E, haksız değil tabi.



---

24.09.2010
Dedi

Boş damacanayı öne arkaya taşırken, dibinde kalmış bir miktar su koluna dökülünce, kızdı ve:

"Bu su çok ıslak".




---

24.09.2010
Dedi

Maç bitmek bilmeyince biz kızlarla eve dönmeye karar verdik.
Arabaya yöneldiğimizde Özgür'e (tenis kulübünün şefi):
"Yavaş yavaş kaçiyim ben aytık" dedi.

Merdivenleri inip, otoparka geldik. Park edilmiş BMW motorsikleti görünce oraya yöneldi, sağını solunu elledi ve:
"Galiba bunu biyendim" dedi.


---

27.09.2010
Dedi

Arabaya yönelirken peşin peşin durum özeti yapıyor: "Koltaama otuymaktan nefyet ediyoyum!".
Ve oturmuyor, arka koltuğa yerleşiyor, ben de yanına, emniyet kemeri takılı ama bu kemerin onun için yeterli olmayacağını anlatıyorum.

Kendi kendine konuşmaya başlıyor:

Günce: "Bak ne diiceemmm Cünce'cim, bu kemey şana göye diyil, koltaandaki şana göye, polisler kızabiliy, hem de buydan Caillou'yu göyemiyoysun"...!!!

Ve Caillou izlemek uğruna "koltaana" yerleşir.


---

28.09.2010
Sözlük
Kelime: Bi yila
Anlamı: Bir lira

---

28.09.2010
Yaptı

Kaza sezonunu bir açtı, pir açtı.

Cumartesi günü ısrarla elinde tuttuğu çatalı, gözüne sokarak aklımızı aldı.

Pazar günü çıplak bacağının hem de iç kısmını (en acıyan yerini) mama sandalyesinin emniyet kemerine öyle bir sıkıştırmış ki, nasıl çıkaracağımızı bilemedik. Bacak mosmor!

Dün de "ışamak" (ıspanak) yiyeceğim diye tutturunca semizotu pişirmişler. Daha ateşten yeni inmiş yemek tabağını kaşla göz arası üzerine devirmiş. Neyse ki anneanne ışık hızıyla tshirtünü kaldırdığı için çok yanmamış karnı.

"Moy biy şapka takmak iştedim" diye kendisi anlattı kazayı bir de. Beyaz tabaktan mor bir şapka:)))


Bu aralar gözünü iki saniye ayırmaya gelmiyor Günce'den. Anında vukuat...


---

28.09.2010
Dedi

Cumartesi baba fotoğraf çekmeye gitti ama ben ve Eliz evde olduğumuz için Günce bunun hiç hoşlanmadığı bir "iş" günü olmadığının farkındaydı.


Akşamüzeri geldiğinde ardarda saydı babaya:
"Dit başımdan, şana darıldım, küştüm şana ben, evimden de dit, şevmiyoyum şeni"...

Babayla birbirimize bakakaldık!


---

28.09.2010
Dedi

"Ben şana çok bağlandım babıcım" deyince babanın yüzünün aldığı şekli tarif bile edemiyorum.
Ardından gelen "şimdi uyumak iştemiyoyum tamam mı, şaykı açalım biylikle" kısmını bile duymadı.


---

29.09.2010
Sözlük
Kelime: ekmek kızartısı
Anlamı: kızarmış ekmek

---

29.09.2010
Dedi

Eliz okuldan geldi ve içeri girer girmez "ödevimi hemen bitirmek istiyorum" dedi??!!??
Ben altı yıldır okula giden ve bir tek kez bile ağzından böyle bir cümle duymamış anne olarak, kızımın iyi olduğundan emin olduktan sonra memnuniyetle kenara çekildim (elbette bir planı vardı, olsun, öncesinde yapmayı planlamış ya yeter de artar).

Odanın ortasına döktü defterleri, yere de yayıldı bir güzel, hızla başladı yazıp çizmeye.

Eliz'in gelmesini "birlikte azma zamanı" ilan etmiş Günce ise bu duruma hiç hazırlıklı değildi.


Önce şaşırdı "ne yapıyor Elişim" diye. Bunu da "bugünkü oyun heralde" olarak algıladı ve saçılmış defterlerin birini de kendisi kaparak, hem de yazılı bir sayfaya yeniden yazmaya başladı.

Yazdıklarının üzerinin karalandığını gören Eliz "Güüünnnceeeee" şeklinde bir çığlık atınca, gözlerini kocaman kocaman açarak Eliz'e bakan Günce hiç istifini bozmadan:

"Şakin ol yavvum, şadece ben de yaşmak iştiyoyum, bak anne'nin b'si yaşiyoyum" dedi!!!


---

29.09.2010
Dedi

Babasına:
"Ben Foyum'a dittim bugün, Foyum'da İlgas'lar vaydı, oyda bir yamam (hamam) böceği tip tip baktı bana"


---

Nurturia Anı Defteri Ağustos 2010 Kayıtları

01.08.2010
Yaptı

Kendinden 3. tekil şahıs gibi bahsediyor:

Galba Günce kaka yaptı;
Günce kabade (kurabiye) istiyo gibi.




---

02.08.2010
Dedi

Dün Ilgaz'ın doğumgününde ona "Yapi yapi tu yuuu" dedikten sonra eve geldiğimizde aklı hala Ilgın'ın kırmızı el çantasına takılı kalan Günce, aynanın karşısında kolunda çanta varmış gibi yaparak konuşmakta:

"Bu benim çançam ilgın, o benim amaaaa"...


---

02.08.2010
Dedi

Anne: Günce ne yersin?
Günce: Kabade...
Anne: Kurabiye mi? Emin misin?
Günce: Emim!



---

02.08.2010
Dedi

Anne: Günce şuna bak, çok tatlı, senin gibi di mi?
Günce: Dibi!

(Gler genellikle d, Hlerde y hala. Gidelim (didelim), gibi (dibi)


---

02.08.2010
Dedi

Bir günü, diğer gününü tutmayan Günce Temmuz sonuna kadar arkasına bile bakmadan atladığı denizi, "girmicem, korktum ben" diye reddetti.

"Korkma Günce korkma, hiçbişi olmaş, anne şeni şıkı şıkı tutiyo..."

Anne, ikinizi de ihtiyacınız oldukça "sıkı sıkı" tutacak...


---

03.08.2010
Dedi

Tenis kulübünde Tuğra kedinin birine kızarmış patates yedirmede ısrarlıdır.
Küçük bayan çokbilmiş: Tedi pates yemeş ki, tedi süt içey!!!


---

03.08.2010
Dedi

Akşam annesiyle yatmaya giden Günce yatakta dört dönüp uyumaz ve "babayla uyucam, baba delsin".
Baba gelir ama uyumamakta kararlı Günce babaya:
"Anne biyas koykmuş, ben anneyle uyuyim, ye deyşin?"


---

03.08.2010
Dedi

Baba Günce'yi uyutma modunda yataktan tüymeye çalışmakta, Günce de göndermemektedir.
Baba:" Ama babacım çok kakam geldi, benim bezim de yok altıma yaparsam..."
Günce: "Külodun var şenin"


---

03.08.2010
Dedi

Tam kapıdan çıkmak üzereyken, baba unuttuğu birşeyi almak üzere içeri girdi ve o sırada girişte unuttuğu telefonu çalmaya başladı.
Küçük bilmiş: "Munat yocam, teğefonun çaliyooo"...


---

04.08.2010
Dedi

Sabah uyandık. İkimiz yatakta yuvarlanıyoruz, Günce birden:
"Ayy karnıma bi yiyan delmiş" deyiverdi. Öyle ani ve gerçekçi söylüyor ki hiç olmayacağını bile bile ne gördü ki diye bakma ihtiyacı hissediyorsun.
Beni meraklandırmayı başardığından emin olup, yüzümdeki rahatlama ifadesini görünce "tamam abarttım" ifadesiyle gülerek ve asgaride anlaşalım halleriyle "böcek delmiş" dedi bu kez.
Evet, anneyi yeniden güldürdü:)))
Bir dakika sonra yattığı yerde aniden gayet gerçekçi bir sesle "Yapma yiyan, canım aciyoo" deyince, elimde olmaksızın ???? gözlerle bakıverdim yeniden.


---

05.08.2010
Dedi

Öğlen unuttuğum birşeyi almak üzere eve uğradım, yemeğini yemiş, uyku çökmüş gözlere, "anneyle uyucam da anneyle uyucam". Anneanne bir iki "gelsin benim kızım" denemelerinde bulunduysa da, "dit şen dit"lerle kovalandı.
El mecbur girdik odaya, bir yandan debelenir, bir yandan yaşlardan ıslanmış yanaklarını silerken:
"Annanneyi üjdüm ben" dedi.
Kafası beş karış havada ben:
"Üzdün mü?" dedim.
"Evet, hı hı" dedi.
"Ne oldu ki?" diye sordum.
"Dit dedim ona" dedi.



---

07.08.2010
Yaptı

Bugün denizde önce simitinden kurtuldu, ardından kolluklardan. Hiçbirşey takmadan sahile paralel bir sağa, bir sola koşturdu bütün gün suyun içinde.
Bu arada normalde suratına bir damla su gelse olay çıkarır ama tökezleyip 2-3 kez suyun içine yüzüstü kapaklandı. Gölge anne hepsinde de anında sudan çekip çıkarsa da saçı başı suya dalmıştı ve her birinde de "Bi şiy olmaş ki" oldu ilk ağzından çıkan.
Bir süre sonra babaya seslenmeye başladı: "Baba, bana bak, yüşmeyi öyendim ben"!!!
Bu film bizde ikinci kez gösterimde:))
Yüzdüğünü zanneden küçük çocuk=en tehlikeli çocuk. Kaşla göz arası atacak kendini suya demektir bu.

Eliz'in yaptıklarını hatırladıkça...


---

07.08.2010
Yaptı

En düzenli olduğu şey akşam uykuya yatış saati olan Ağustos böceğime bu ara bir haller oldu.


Gece 23:30 hala cebelleşiyorduk. Sonunda "Cemine okuyalım" dedi.

"Cemile boyu uzasın istiyor"u okumaya başladım. "Arkadaşlar, hani hepimizin bildiği bir ninni vardır: Uyusun da büyüsün, ninni...diye" başlıyor kitap.

Üç sayfa sonrasında "isteminiyom" dedi bıraktık. Gece 1 de nihayet uyuduğunda benim de pestilim çıkmıştı.

Sabah bizimki uyanmış, babasının kucağına yerleşmiş, ona kitap okuyor:

"Akadaşlay, yepimiz bir ninni biliyos. Dandini dandini, daştana..."




---

07.08.2010
Yaptı

Eliz ve Ece masa tenisi oynarlarken, Günce'nin eline de bir raket ve bir pinpon topu vermişler.
Onların topu masa dışına çıktıkça aradaki boşluklara Günce topuyla yerleşmekte.
Bir ara gayet yüksekten bir sesle: "Yapamiyom ama" dedi ve hiç boşluk bırakmadan devam etti: "Yaparşın Günce".


---

08.08.2010
Dedi

"Ben puanlı puanlı bodimi diyceeemmm" diye koşturarak geldi içeriden, elinde puanlı bir body ile...


---

08.08.2010
Sözlük
Kelime: kanavoz
Anlamı: kavanoz

---

09.08.2010
Dedi

Sabah yine pazartesi sendromu : "Yüffen annecim, yüffen işe ditme, şenle kalmak istiyorum, anneyle kalicak Günce"...

İçim bir hoş oluyor bu diyalog nedeniyle, her defasında...Kucaklaştık, uzunca bir süre ayırıp, "kafhaltı" da yaptık birlikte ve anlaştık işe gitmem gerektiği konusunda.

"O zaman annecim şen işe diderken, ben de şana camdan bakiyim, el salliyim. Ye derşin?" deyiverdi.

Kocaman sarıldım ve aceleyle çıktım, gözümden süzülenleri görmesin diye...


---

10.08.2010
Dedi

Akşam yemeği masasında bamya tabağını, ekmeğini, yoğurdunu ve suyunu kendine göre düzenledi.
Bu esnada baba Günce'nin su bardağı düşecek diye yerini değiştirmeye kalktı.
Günce: "Yapma babacım, kafam karişiyo"!!!


---

10.08.2010
Dedi

Tüm h'leri y söyleyen Günce (yopla-hopla, Yasan-Hasan, yani-hani) Boowakwaladan duyduğu bir şarkıyı söylemektedir:
"Hoorınç, hoooorınç (orange)"!!!


---

10.08.2010
Dedi

Babayı yere yatırıp ona bebek muamelesi yapma çabasında:
"Babacım yere uzanabili misin?"


---

10.08.2010
Dedi

"Baba ben kaka yapiyooommm" ve ıkına sıkıla yaptı gerçekten.
Baba: "Hadi gel değiştirelim bezini kızım"
Günce: "Olmaz, biyas daya yapicam"


---

10.08.2010
Dedi

"Kaninca, olamas, kaninca. Bacama çikicak şimdi bu kaninca"

Mutfak yerleri bugün karınca istilası altında cidden!


---

11.08.2010
Dedi

"Benim benim" de son nokta:

Dışarıda yemekteyiz. Biz siparişlerimizi vermeye çalışırken "gayson abi" Günce'ye "Senin adın ne bakalım?" dedi.
Günce: "Eliş"
Eliz hayret dolu gözlerle bakıp, "Güncee, Eliz benim adım, senin değil" dedi.
Günce: "Hayıy, benim adım. Eliş benim adım".

Bu küçük cadıdan çekeceği var kızımın:)))


---

14.08.2010
Dedi

Yatarken "Kulaam ağriyo baba" dedi.
Baba "kulağın mı ağrıyo, su mu kaçtı acaba?" dedi. "Kaçtı galiba" dedi Günce. Sonra da "kulama ışıkla bak baba, su mu kaçmış kulama" diye ekledi.



---

14.08.2010
Dedi

"Uyuyan Küçük Tavşan"ı ne zaman elimize alsak "Munu Mana Efe abi okudu" diyor.

Bugün "Sen çok mu sevdin Efe abiyi?" dedim.
"Sevdim evet" dedi.
"Sana kitap okudu diye mi sevdin?" dedim.
"Hayıy, yüzüne battım, biyendim, öyle sevdim" dedi.

(Efe yüzüne bakılıp da sevilmeyecek gibi değil gerçekten de ama biraz erken başlamadık mı? Sağında Efe, solunda Ateş, hızlıyız biraz galiba)


---

14.08.2010
Dedi

Kahvaltıdan sonra eve döndük, "yavuza diyelim anne" dedi ama dün boşaltılan havuz henüz doldurulmamıştı.
"Annecim bak benim Titi'm (Kitty li tshir) piş piş olmuş, paşaklı olmuşum men de, çıçayalım munu, men manyo yapiyim".
"Küveti dolduralım mı?" dedim, "tamaammm" dediler.
Eliz birkaç da Barbie alıp geldi, o sırada da Özlem geldi, hep birlikte banyoda, onlar suda, biz küvetin yanında sandalyelerde otururken, "Öşlem, anne, bakın men Baybinin bacaklayını yıkıyom" dedi.
Özlem de: "Yıkadın mı Barbie'yi, temizlendi mi artık?" dedi,
Günce: "Hayıy, temizlenmedi daya, yıkiyom men onu"!!!


---

14.08.2010
Dedi

Telefon çalınca Eliz'e:
"Yavlum, yadi teefonu aç, bak çaliyor teefon"


---

14.08.2010
Dedi

Sabah kahvaltıya gittik. Günce ne istese yapan Duygu (aşçı abla), ona kahvaltıda neler istediğini soruyor:
D: Domates koyayım mı Günce'cim?
G: Domaneş oluy.
D: Peynir koyayım mı?
G: Peyni oluy.
D: Salatalık ister misin?
G: Şatık oluy.
D: Zeytin?
G: Şeytim oluy, eppek oluy.
D: Bal vereyim mi?
G: Balı Eliş yicek!
(Ağzına sürmez bal, gerçi Eliz de bal-kaymak yiyor, haksız da değil çocuk).
D: Tamam Günce'cim, kahvaltını yap sonra dondurma da vereceğim size.
G: Yicem ben kavıltımı. Sonra domunuda yicem. Eliş de yey. Küyahta, şakışlı yey.


---

14.08.2010
Dedi

Uyuma çalışmalarına devam. Baba ve ben gözümüzü kapattık. Hani, o da yapacak ya. Elleri yüzümde ama bir beş dakika kadar ses çıkmayınca acaba mı diye gözümü açtım.

Burnumun içine girmiş, kocaman açık iki göz ve gülüşlerin en kocamanı yerleştirilmiş bir ağız bana: "Kuzaaayyylıııııııı" dedi.

Bu uzay meselesine nasıl ve ne zaman geçtik, anlayamadık.


---

14.08.2010
Dedi

Günce öğle uykusuna yatacak. Anne-baba yatakta. Elinde de Dipsy (TeleTubbie).
Günce: "Ben buyaya tirmanicaammm, anne bak tirmaniyom ben" (yatağın başucuna tırmanmaya çabalamakta)
Anne: "Günce orada tırmanabileceğin kadar yer yok, düşeceksin şimdi"
Günce: "Meyak etme anneciiimmm"
Anne:!!!!
Baba: "Kızım tırmanmasana oralara"
Günce: "Ne vay ki?"
Baba: "Düşeceksin ama oradan"
Günce: "Düşmüyom ben, oyniyom sadece canım"
Baba:!!!
Günce: "Anne bu yavluyu kafana koyimm mii?" (Bir el kurulama havlusu elinde)
Anne: "Neden havluyu kafama koyuyoruz Günce?"
Günce: "Saçın ışlakmış biyascık, yaştatı mı islaticakşın, ondannn"
Anne:??? (Saçım ıslak falan değil)
Günce: "Bi dakka, güşel olmadı bööle, kıpirdiyorsun, olmiyorr"
Baba: "Günce lütfen uyur musun, akşam mızmızlanıyorsun sonra"
Günce:"Uyumak isteemiiiyooooruuuum"
Gözlerimizi kapattık, güya o da kapatacak, elleriyle yüzümü avuçladı ve bir beş dakika kadar da ses ve kıpırtı durdu. Uyudu mu acaba diye gözümü açtığımda burnumun içine kadar girmiş ve faltaşı gibi açılmış bir çift göz ve kocaman gülen bir ağız bana bakıp
"Kuzaayyylııııı" dedi. (Nereden çıktıysa şimdi uzay)
Anne: "Hadi tatlım, gözlerini kapat, biraz dinlenelim"
Günce: "Bi şamiye, bi teys dönim şöyle"
(Popo ve bacaklar yastığın üzerine doğru havada)
Anne: "Tamam hadi ters de döndün, artık uyuyalım"
Günce: "Bi da yapimmm, bu şon"
Anne:....
Günce: "Anne bu mindeyi taldirmak istiyo"
Anne: "Kim minderi kaldırmak istiyor?"
Günce: "Günce"......

Bu ve buna benzer yarım saat kadar durmaksızın süren konuşma sonrası, anne ve Günce ayakta, baba uyumakta...


---

14.08.2010
Dedi

Güye Günce öğle uykusuna yatacak. 4 Debi Gliori, 2 Küçük Prenses, 2 de bukalemun okuduk.

Anne:" Hadi artık uyuyalım Günce'cim"
Günce: "Ben şuyaya tirmanicam"
(Karyolanin başucuna-5cm bile eni olmayan bir yere)
Anne:"Kızım düşeceksin şimdi oradan"
Günce: "Meyak etme annecim, düşmicem"
Anne:!!!
Baba:" Kızım tırmanmasan oraya"
Günce: "Ne vay ki?"
Baba:!!!


---
02.07.2010
Dedi

Anneannenin evinde kalorifer borusuna tutunmuş zıplıyor "biy, iki, üç, döyt, beş, atı, yedi, dokuş, on" (sekiz yok Günce için)...
Dünyanın en obsesif babası yine susamayarak "Kızım hoplamasan orada..."
Günce'den tek kelimelik yanıt "Ne var ki?"


---

02.07.2010
Dedi

Ben de, ben de zamanında bu aralar Günce. Eliz'i öğle arası diş kontrolüne götürmek için eve uğradım.

Günce: Neyeye didiyosun şen Eliş?
Eliz: Diş doktoruna gidiyorum canım.

Günce bu diyalogdan habersiz, bendenizin yanına gelip "Ben de gelicem, ben de" dedi.
Ben: Nereye geleceksin Günce'cim?
Günce: Diş fırçısı doktoyuna!!!


---

02.07.2010
Dedi

Kaç zamandır Penguen'den çıkarken cırlayan ağustos böceklerine takmış durumda."Korktum" deyip duruyor. Geçenlerde "kediler miyav diyor, köpekler hav, bunlar da cırcır diyorlar, ağaçlar onların evi" demiştim.
Dün oradan çıkarken kucağımda konuşmaya başladı "Bunlardan korkulmaş, kedi miyav der, kuşlar yavada ötey, bunlay evleyi...."


---

04.07.2010
Dedi

Anneanne: Denize girdin mi Günce'cim sen de?
Günce: Girdim tebi...
Anneanne: Yüzdün mü sen?
Günce: Yüjdüm tebi, çıpıy çıpıy yüjdüm, Ateş'in bilejini buyama taktık, böle böle yüjdüm...
Anneanne: Pelikan'a mı gittiniz?
Günce: Moğsak'a...
Ateş'in bileziği: 5 yaşındaki favorisi Ateş kollukla yüzünce o da kolluk istedi. Ateş'inkileri ödünç aldık, çünkü biz simitle gitmiştik...
Pelikan: Balıkçı Ekran İzzet'in yeri. Olbios Otelin plajı.
Moğsak: Boğsak. Bence hatırlama süperdi, ben 3 yılda öğrenebildim adını:)))


---

07.07.2010
Dedi

G: "Atopota didelim anne"
N: "Nerde vardı ahtapot Günce'cim?"
G: "Babanın kız abisinde vardı"
N: "Babanın kız abisi kim Günce?"
G: "Kız abi işte, oynuyo böle böle"

Ben, baba ve Eliz birbirimize bakıp ahtapotu ve kız abiyi çözmeye çalıştık ama kimse anlamlandıramadı. O sırada sessizce durumu çözmemizi bekleyen Günce baktı ki çıkamadık işin içinden,

"O zaman buş patenine didelim, kayicam böle böle"!!!


---

07.07.2010
Dedi

Baba dayanamayıp maç seyretmek üzere TVu açtı. Günce ekrana baktı (Almanya-İspanya maçı) tam o sırada futbolcuların hepsi Almanya kalesine doğru koşmaktalar.


"Baba nereye gidiyo bunlar?"


---

07.07.2010
Dedi

Ben: Günce kaka mı yapıyorsun?

Günce: Yapiyom tebi...Ne var ki?

Sıkınıp durmakta olan çocuğa bu soru mu sorulur şimdi...Böyle ağzının payını verir:)))





---

07.07.2010
Dedi

Günce'yi kucaklayan baba: "Günce sen birşey mi sürdün, kokuyor her tarafın?"
Günce: "Evet, doğyu, dedonant süydüm tebi"


---

07.07.2010
Dedi

4 Temmuz akşamı, baba yine bacaklarını uzatmış, elinde birşeylerle oradan oraya gezinip duran Günce geçemiyor.

Genellikle elindekilerle bekler ve "paadon" der, baba da mecburen çeker bacaklarını.

Bu kez "Müşane edir mişin?" dedi.
Müsadelerin hepsi size küçük hanım.


---

07.07.2010
Dedi

Sabah ille duşa girmek istedi. "Bodi"sini çıkardık, "ayabbak" larını çıkardık, girdik kabine.

"Annecim, şuyu ayayayalamışın?"
"Ayarlarım Günce'cim"
"Sicak bu sicak yala".
"Şunun kapıını açırmısın, annecim?"
"Şunun kapağını mı açayım?
"Şunun"...


---

07.07.2010
Dedi

Dün akşam tabağına koyduğum karpuzu bir solukta bitirdi.

"Yeniden kapuşş iştiyoommm" dan sonra baktı ki Eliz elinde tabağı yesem mi, yemesem milerde...

Kendi tabağını aldı ve Eliz'in yanına geldi "Eliş'cim şana kapuş koyur musun, şana verer mişin biyaşş yüffen?".

Eliz, Günce'nin tabağına 2 dilim karpuz daha koyduktan sonra, tabağını alıp, arkasını dönüp, kendi koltuğuna giderken de "teşekküy ettimm" dedi, arkasına bile bakmadan...

Günce karpuzu yedi, ben de Günce'yi...


---

08.07.2010
Dedi

Gece uykusu için yatakta debelenmekteyiz. "Aydede söyleyelim" dedi.

Anne: "Aydede, aydede senin kızın nerede?
Günce mi, Günce mi şimdi evinde"

Günce: "Ben söyliim şimdi"
Anne: "Hadi söyle bakalım"
Günce: "Aydede, aydede senin kızın nerede?
Günce mi, Günce mi, anne mi, annane mi, Eliş mi ...."

(Iraz'cım kulakların çınladı mı? Nerden aklına geldiyse dün geceden beri Aydede Aydede halindeyiz:)))


---

08.07.2010
Dedi

Dün akşam çıplak ayağının üzerine koskocaman ciltli kitap düşünce, sabah ayağına ayakkabı giydirmeye karar verdim de, onun giymeye hiç niyeti yok.
Anne: "Günce'cim hadi gel bu ayakkabıları giyelim".
Günce: "Giymicem, sıktı bu"
Anne: "Günce daha giymedin ki, nasıl anladın sıktığını"

Bir an duraklayan Günce, birden yeniden konuşmaya başladı.
Günce: "Benim diyil bu"
Anne: "Senin değil mi, kimin peki?"
Günce: "İlgaş'ın!!!"

Lila rekli ve çiçekli bir çift ayakkabıdır söz konusu olan. Ilgaz da kendinden 5 gün büyük kankisi. Evin içinden birini söylerse, benim "ama bu küçük" deme durumumu kafadan eledi resmen.


---

10.07.2010
Dedi

Akşam Eliz'e "ne yersin?" diye sordum.

Günce de bir yandan konuşmaya kulak misafirliğinde.

"Lahmacun yiyeceğim" dedi Eliz.

On dakika sonra "Günce'cim sen ne yemek istersin?" dedim.

Günce'den yanıt: "Diş fırçısı yicem ben de"...




---

11.07.2010
Dedi

Günce: "Uçaka tedi binmişşşş"
Anne: "Uçağa kedi mi binmiş?
Sadece iki saniye bana baktı ve
"Uçaka tedi binmemiş, sadece çok çok babalay vaamış"


---

20.07.2010
Dedi

"Annane, babam benim mışırımı yiyo ama aslında çok komik"!!!


---

20.07.2010
Dedi

"İlgınla, İlgaş bişe delebili mi annecim?"

Birşey yaptırmak istediğinde kibarlıktan kırılan Günce...


---

20.07.2010
Dedi

Uykudan uyanır uyanmaz:
"Peki Eliş yerde, anne?"

Ne onunla, ne onsuz!


---

20.07.2010
Dedi

"Şuydan çıkmama yamanet anne"

Şişme havuzun içinden elindeki mısırla çıkmaya çalışırken...


---

20.07.2010
Dedi

Yer temizleme fırçasını Hülya'nın elinden kaptı. Yine "Benim ooo" larla.
Koca fırçayı bana getirdi "Benim bu".
Ben de "Tamam senin" dedim.
Bu sefer "Aslinda benim diyil bu, Yülya'nın bu"!!!
(H'ler hala y)


---

20.07.2010
Dedi

Eliz'in elindeki kitabı en cazgır sesiyle "benim buuu" diyerek kaptı. Eliz geri isteyince vermedi. Bunun üzerine Eliz küsüp, odasına gitti.
Bu sefer içeriye seslenmeye başladı: "Eliscim del".
Eliz'den ses seda yok. Günce birkaç kez daha çağırdı, Eliz'den yine çıt yok.
Sonunda çatladı cimcime: "Eliscim buyaya delir mişin, kardeşin seni çağiriyo"!!!


---

23.07.2010
Dedi

Dün çocuk enfeksiyon kontrolünde hoca Eliz ve Günce'ye birer çikolata verdi. Top şeklinde, yaldızlı kağıtla kaplanmış çikolatalar.

Günce daha ilk saniyeden itibaren: "Bu ne?", "bu ne?" diye bir dakikada 40 kere sordu.


Sonunda açtık.

40 kere çikolata diye yanıtlamama rağmen, sanki ben hiç yanıtlamamışım gibi "Vay canına çuçaka bu" dedi ve paketi içindeki çikolatayla birlikte çöpe attı.



---

23.07.2010
Dedi

Akşam muz yiyen Eliz'i görünce "Eliş ne yiyosun şen?"
Eliz: "Muz yiyorum, ister misin?"
Günce: "Kiyaş yicem ben".
İçeride benden kiraz istedi, elinde de minik tabağı. Ona koyacakmışız.
Baktı ben biraz fazlaca yıkadım, "O tabağa diyil, bunda yicem" dedi.
Ben de "Tamam senin tabağına koyacağım, Eliz de yemek isteyebilir diye fazla yıkadım" dedim.
Elinde minik tabak bana bakıp "Eliz muj yiyiyo galba" dedi.


---

26.07.2010
Dedi

Anne buda bi yufusçuk varrr!!!


---

26.07.2010
Dedi

Bu akşam da Günce'yi oyalayabilme materyal ve yaratıcılığımızı tüketip o ağlama-mızırdama moduna geçince (bir tek sivrisinek ısırığı dağıttı çocuğu, ağzının içi bile veziküllerle kaplı) nerden aklıma geldiyse "hadi gel arkadaşlara bakalım" dedim.
İyi ki koymuşsunuz bu video ve fotoları:

Denizdeki Toro: Bayıldı, bayıldı, sudaki bebek Demir'e, kıkır kıkır izledi:)))

MArket arabalı Purki: E benim ayabam buuu, veyşin ayabamı...

Kaydırakta Çınar: Aykadaşım bu benim, aykadaşım...

MAvili Ada: Kaydeş elbişemi almış, veymicem diyo, bu benim elbişemmmm...(Böyle bir elbisesi falan da yok, kıskançlık pik durumda)

Hiç ayırımcılık da yok bu arada, hiiçççç...




---

30.07.2010
Yaptı

Yine birşey yediremedik, çocuklarla oynar ve açılır diye Tenis Kulübüne gidkucağımdan.elim bari dedik.
Ateş (5) gelene kadar ağzına birşey sürmez, durmadan mızıldanıp, kucaktan inmezken birden bir-iki kaşık da olsa yiyiverdi. O kadarcık bile muhtemelen kan şekerini dengeledi. Aşağıya atladı hemen.
İpek ve Ateş'in olduğu tarafa doğru koşturdu, "Ateeşşşş beni yakalaşana" diye bağırarak, o sırada kendinden en az 4 adım ileride olan Ateş'in arkasındayken hem de...
Sonra salıncak kısmı ve "Beni Ateş sallasın"larla akşam ilerledi...


---

30.07.2010
Yaptı

Hala çok iyi değil, kafasını kaldıramıyor ama Ateş'i (5) görür görmez ağzına bir iki lokma yemek girdi. "Ateş beni yakalaşana" diye koşmaya başladı (Bu arada Ateş kendinden en az 4 adım önde ve zaten koşuyorken), birlikte salıncağa gittiler ve "AAnneee bayak
beni, beni Ateş şallasınnn (en namelisinden)"....Eyy aşşkkk sen neler yaptırabiliyorsunn...
(Günce Ateş'in peşinde koşarken, Ateş de aslında Eliz'in peşinde:))) Böyle de bir aşk üçgeni durumumuz da var)


---

30.07.2010
Dedi

"Cemine, hala uyanmıştı, kavıltısını yapmıştı..."

Bebek Koala okumaktan fenalık geçirmekte olan anneye, daha yeni ortaya çıkardığımız ve hiç okumadığımız Cemile'leri okuyan Günce...


---

31.07.2010
Dedi

Dayanılmaz sıcağı evde atlatamayacağımız kesinleşince Boğsak'a gittik. Geçen sefer suya "cuuppp" diye atlayan Günce bu sefer "eve didelim" diye tutturdu.
Biraz uğraşınca bu sefer sudan çıkmak istemedi. Biz de nerdeyse bütün gün suda kaldık. Bol bol kumlarla da oynadı.

Kollukları takılı kendi başına kıyıya doğru yürümek isterken "çok hassas ama bu" dedi.
Günden geriye diğer söyledikleri:
Kendi kendine söylüyor: "Korkma Cünce korkma, bişey olmaz, anne seni sımsıkı tutuyo"


---
01.06.2010
Yaptı

Sabah saat 5:15. Günce'den pür neşe ses: "Uyandııımmmm mennn, kalktımmmm". Uyu desek işe yaramayacak nasıl olsa biliyor ama gözümüzü de açamıyoruz.
Günce: "Anne yaşılşın?".
Anne: "İyiyim Günce'cim (pembe yalan)".
Günce: "Yaşılşın baboş (Bu baboş iki gündür dolandı diline)?".
Baba: "İyiyim kızım (kuyruklu yalan).
Günce: "Açıttım ben, balık yicem"!!!!!


---

02.06.2010
Dedi

Akşamüstü babası işten dönüp, kızlara merhaba deyip (ikisi de birşeylerle uğraşıyorlardı ve adamcağız gördüğü ilgisizliğe bozularak), içeriye üzerini değiştirmeye gittiği sırada Günce babanın ortadan kaybolduğunu farketti. "Baba yerdeşin, yerdeşin babaaa" diye bir iki seslendi, karşıdan ses gelmeyince de kendi kendine "Şakkanmıştır bu şimdi" dedi.



---

10.06.2010
Yaptı

Bu aralar Günce benim yokluğumda hasbelkader dokunduğum herşeyi koruma işini görev edindi kendine, hem de canla başla. Benim su içtiğim bardağı biri eline aldıysa "annenin bu annenin, bayak onu", benim çantamı kaldırmaya kalkanlara "bayak, bayak onu, annenin o", terliğime biri el sürmeye kalksa "çıçar çabuk, o annenin" şeklinde...Bugün bir adım daha ileri gitti, babamız yemekte aniden hapşırıverdi, Günce anında "ıııhhh, olmaş, annenin bu, yapşu (hala h'lere y diyor) annenin!!!".


---

30.06.2010
Dedi

Uyku mahmuru, bebefondan sesi geldi: "Annane, uyandım ben". Yanına gittim. Hiç istifini bozmadan: "Annane evine gitmiş, Nil okuldan gelmiş"...


---

Nurturia Anı Defteri Mayıs 2010 Kayıtları

01.05.2010
Dedi

Yatmak için hazırlanırken, uzanmış şekilde iki ayağını elleriyle yakalayıp tost pozisyonuna getirerek "Munlar Günce'nin, akadaş munlar" dedi. Daha önce "ikiniz" (eş, aynı) olan ayaklar, bugünden itibaren arkadaş oldular.


---

01.05.2010
Dedi

Sticker yapıştırmak istedi, hangilerini istiyorsun dedim, gösterdi, bir çift topuklu ayakkabıyı yapıştırdıktan sonra "kaydırak bu" dedi. Bir de "deniş atı" yapıştırmak istedi. "Şüt içen deniş atı" bu ama...


---

03.05.2010
Yaptı

Eliz'in Crocsunun deliklerine parmağını soktu.


---

03.05.2010
Dedi

Kızlar Eliz'in odasından babaya seslenirler: Babaaa, babaaa...
Baba da odaya doğru yönelip, bir yandan da seslenir: Nerdesiniizzz?
Günce yanıtlar: Bul!


---

09.05.2010
İlk kez

"Sakkason, sakkason" bul diye tutturdu (I'm the music man). CD'yi nereye koymuşlar bulamadım. İnternetten bakalım dedim. Bu sefer "kurbiş, kurbiş" dedi. Boowa&Kwala'daki Six Green Frog'tan bahsediyor. Ondan da sılıkdı "başça, başça" diyerek bir başkasını istedi. "I don't want to sleep alone"a tıkladık. Ben de ilk kez dinliyordum. Dili anlamasa da bebek köpeğin sesinden ve hareketlerden Günce ilk kez alt dudağı büktü ve önce gözleri yavaştan doldu, içini çekmeye başladı sonra öyle böyle değil bana sarılarak bir ağlamaya başladı, nasıl kapattığımı bilemedim. O iç çekişlerin arasında "Annesi koyktu, bebep köpet koyktu, babası" deyip, yüzünü boynuma gömerek nasıl ağladı. Çok sık ağlamayan, ağlasa da genellikle yaygaradan ağlayan kızımın bu ilk içlenerek ağlamasında, ben de onunla beraber ağlıyordum nerdeyse...


---

10.05.2010
Dedi

Arabada "Eliş abla, cici abla, ödef yapiyo evde, kademle-kalem- yapiyo, böle böle yaziyo, sonra delicek, oturucak o da buyıya..."


---

10.05.2010
Dedi

Dünü anneler günü değil, dayılar günü zannetti kesin. Telefonda dayısına "Dayıcım, oğluşum, akşım, lokum..." lar yağdırdı...


---

10.05.2010
Dedi

Evde kendi kendine oynarken, bir yandan "eve didelim, eve didelim" diye söylenirken, bir yandan da yine kendine "eve deldik ama, çünkü zaten evdeyiz"...



---

11.05.2010
Dedi

Anne sütünü bırakma çabamız gayet güzel giderken, geçirdiği enfeksiyon sırasında ağzına giren herşeyi, yediğinden daha fazla biçimde çıkarınca, kolunda serum takılı hali beni dağıtınca, hiç olmazsa birazı bari işe yarar diye katettiğimiz onca yolu bir kalemde silip, sadece anne sütlü 3-4 geçirmiştik...Şimdi yeniden kademeli azaltma çabalarındayı(m).

Sabah Günce: Süüttt,
Ben: Şu anda yok, akşam eve geline kadar birikir yeniden...,
Günce: Süüütttt,
Ben: Ben eve geldiğimde ne yapalım seninle...,
Günce:Süüüttttt,
Ben: Dondurma almaya gidelim istersen... şeklinde bir monolog sonrası "Kugaççi (kucağa)" dedi, diyaloğa geçiyorum anlamında. Ben otururken kucağıma yerleşti, yüzü bana dönük. Yakamı eliyle kendine doğru çekti ve diğer eliyle sol göğsümün üst tarafına dokunarak (aynen karpuz seçer gibi) "Beyendim, munu beyendim" dedi.


---

13.05.2010
Yaptı

"Ozi'nin doğum gününe gidelim mi Günce?", önce durdu, baktı baktı, ardından üzerindeki tshirtü tutup "çıçar munu çıkar, ebişe diyicem, ebişe" dedi.

E, sevgili babacık, sen benimle iyi dalga geçtin bunca zaman, bak orta boy sonrası bir minyatür boy daha katıldı aramıza (çok umutluydu ondan, hayaller tuzla buz oldu da)...


---

13.05.2010
Yaptı

Balkona çıkıp deliler gibi güldü, güldü, zıpladı, çığlıklar attı ama iyi çığlıklar -herkes bize baktı-, bizi de ortak etti eğlencesine, ardından bize baktı ve "çıldırdım galba" dedi...Çıldır kızım, hep çıldır böyle, hepimizi güldürdün sonsuz neşenle...


---

31.05.2010
Yaptı

İşimiz var küçük hanımla. Evde sürekli ayakkabı-çorap çıkarıp çıplak ayak dolaşıyor. Benim için sorun değil de baba ve anneanne durumdan hiç hoşnut değil. Bu işi dışarıda da yapmaya başlayınca, ortalık da cam kırıklarıyla dolu olunca pazar günü rahat sandalet bakalım bari dedik. Crocs deneme girişimimiz ağlayarak ortalığı ayağa kaldırınca arım kaldı. Bugün başka seçenekleri deneyelim bari dedik. Hanımın derdi, büyük ayakkabılar giymekmiş meğerse. Ayağına göre olanları her deneyişimizde çığlık çığlığa bağırdı.

Sonunda baktık 21 numara ayağına 34 numara bir sandalet (ama en koketinden) geçirmiş, mutlu mesut dolanıyor. "Bu sana göre değil Günce'cim"lerimiz, "Göye, mana göye" lerle savuşturuldu. Ayağına göre olanları görmek bile istemedi. 34 numara sandalete "Menim
bu, bu Günce'nin" diye yapıştı. Ayağından çıkarıp, dışarı çıkana kadar akla karayı seçtik.


---

31.05.2010
Dedi

Günce: "Sakış iştiyom, sakış, sakış yiicem, sakış ver şana"
Anne: Ver demesen Günce'cim, verir misin daha iyi bence.
Günce: Sakış veyebilimişimişimişi....(misin'lerde ve miyim'lerde takılıyr böyle, alabilimiyimiyimiyi gibi)
Anne: Sakızımız var mı acaba?
Günce: Varmıştır!!!

Nurturia Anı Defteri Nisan 2010 Kayıtları

21.04.2010
Dedi:
Elinin üstünü göstererek "U böcii deldi, uçtu deldi, buyıya kondu, buyıya" dedi. Uğur böceği konumuş parkta eline gerçekten. "Şonna uçtu, ditti" diyerek tamamladı.

21.04.2010
Dedi:
Oto koltuğuna zorlu bir uğraşı sonrası ikna edip oturttum, beni kan ter içinde bırakan o değilmiş gibi "Baba bak, otuydum, koltukuma otuydum, güselce otuydum"...

21.04.2010
Dedi:
Çorap çekmecesine daldı, avucuna sığdırabildiği kadar çorabı aldı ve "temis çovak aldım, şimdi giycem" dedi.

26.04.2010
Yaptı:
Barbunya kremi: Sadece bizde! Barbunya, barbunya olalı böyle eziyet görmemiştir. "Acıttımmm" diye hepimizi sofraya oturttu, barbunyayı görünce "Mundan yemicem, başça yicem" dedi. "Pilav yer misin?" dedik, "Yemicem" dedi, sadece yoğurdu, yarı yedi, yarı her tarafa saçtı. Sonra sıra barbunyaya geldi. Tabağa elini daldırıp, bir avuç barbunyayı, masaya koydu. Ezdi, ezdi ve her iki koluna birden sürdü "Kmer şürüyom" diyerek. Sonra da hepimize dönüp "Aykadaşlay doyduk, yepimiş doyduk, baba doydu, afeyin babaya, alkışşşş" dedi.

26.04.2010
Dedi:
Bebek Koala Bahçede'yi okumaya başladı sabah kendi kendine. Uğur böceğinin olduğu sayfayı açmış "Buyası u böciinin evisi..." E annesi, babası derken sıra eve gelmişti zaten, evi de oldu "evisi"...

28.04.2010
Sözlük
Kelime: işteminiyom, yapamınıyom, tut elimiyi
Anlamı: istemiyorum, yapamıyorum, tut elimi

28.04.2010
Dedi
Anne: The wheels on the bus go...
Günce: yaund and yaund....
Anne: The horn on the bus goes...
Günce:Şüütttt

28.04.2010
Dedi
Uzun süredir hepimize birden seslenmesi gerekiyorsa "akadaşlaarrr" diye sesleniyor. Yine "akadaşlar" dedi ama hiçbirimizden yanıt gelmeyince "Elişler, anneler, babalar" dedi bu kez.

29.04.2010
Yaptı
Kendi bezini kendi bağlamaya karar verdi. Yatarak bağlamaya çalıştı, olmadı, ayakta denedi, olmadı, Elizin yardımıyla üstündekilerden kurtuldu (o arada "çıppak çıppak ol" Günce'yi gören dünyanın en obsesif babası, "hastalanacaaakkkk" delirmelerindeydi),
önce şezlonguna bir güzel bezi yerleştirdi, sonra yerleştirdiği bezin üzerine oturma suretiyle bezi bağlanabilir pozisyona getirdi. Bağlama operasyonu tamamlanamadı ama azim görülmeye değerdi:)))


30.04.2010
Dedi

Sabah bezini ve üstüne değiştirmek için "Günce'cim gelir misin, üstünü değiştirelim" dedim. O da "yemen deliyooruummm" dedi, cıvıldayarak.

30.04.2010
Dedi

Dün yine evin içinde bir ileri bir geri kımıl modunda dolanırken, "Dışayda yava çok güşel, dişayı çıkimmm, yava aliimmm"...

30.04.2010
Dedi

Son iki haftadır ev ahalisi olarak "akadaşlar" olduk. Günce böyle sesleniyor hepimize hitaben. "Akadaşlar doyduk"...O sırada üçümüz de yemeğimize devam ediyor da olsak, o doyduğumuza karar veriyor. Dün akşamüstü, holde, elinde çekmecesinden toparladığı bir
dolu çorapla "akadaşlarrr, didiyoş" diye seslenerek sokak kapısına doğru yöneldi. Üçümüzden de tepki alamayınca, olduğu yerden hiç kıpırdamadan: "Elişleerrr, annelleerrr, babaallaaarrr"...

27 Temmuz 2010 Salı

Paris, Paris

12. Temmuz.2010:

Saat 3 gibi (öğleden sonra) otele yerleşmiş durumdayız.
Orly’ye indik, çok eski ama karmaşasız. Yerler ıslak, hava bulutlu. Bir hafta önce Paris’te olan arkadaşlarımız sıcaktan bunaldıklarını söylediğinde babamız kesin yağışlı olacak demişti zaten.
Uçak notları: Günce, evet her türlü taşıtta olduğu gibi uçakta da olay çıkardı. Daha biner binmez babayı koltuğundan göndermeye çalışıp, onun koltuğuna oturmak içindi ilk olay. “Ben de böyle oturucam” la başladı, ardından bebek kemerini taktırmamak için deliler gibi ağladı (Yan koltukta oturan 2 Fransız bayan çıkarabildiği sesin şiddetine inanamaz gözlerle bakarken, hostes yardıma ihtiyacınız var mı diyerek geldi, vs vs). Akıl edemedik ona da ayrı bir koltuk alınabilirmiş aslında ama doğum tarihini yazınca, belirtmediğiniz sürece otomatik “no seat” alternatifi geliyor. Neyse ki daha kalkarken uyuyakaldı. Biberon almadığı, emzik emmediği, anne sütüne de veda ettiğimiz için geriye tek alternatif “şakış”larımız yanımızdaydı ama gerek kalmadı.
Uçak bomboştu, Eliz geziyi birlikte yaptığımız kendinden 1 yaş küçük arkadaşı Övgü’nün yanına yerleşirken, babayı da başka bir koltuğa geçirdik, o da boylu boyunca yattı (bebek kemeri takılıydı uyuduğu süre boyunca). Ne kadar “hadi biraz siz de uyuyun” desek de, Eliz ve Övgü uçak inene kadar bir dakika susmaksızın, konuşup durdular.
Paris içindeki otelimiz: Novotel Vaugirard Montparnesse. Çocuk odaklı bir otel. Odalar çok çok küçük değil ama ek yatak açılınca anca adım atacak kadar yer kalıyor. Bir de puset olunca iyice daralıyor. Ama temiz, minibar ve kettle mevcut odada.
Kahvaltı bizim kızlara pek hitap etmese de, asıl sorun Günce’de oldu. Eliz kendine Nutella’lı krep, sütlü alternatifler yaratabildiyse de, kahvaltı demek “domaneş, peyyir ve şeytim” demek olan Günce aradıklarını bulamadı. Peynir seçenekleri mevcut ama hiçbirini yemedi. Omlet “püaaa” sesiyle geri tükürüldü, kruvasan alternatifleri de. Mısır gevreklerinden zaten yemez, kekler de beğenilmedi kendisi tarafından. Kuru meyveler (kayısı, üzüm), neyseki yoğurt (her çeşidi vardı) ve meyve salatası ya da direkt portakal ve biraz ekmek kemirdi sadece. Çocuklar için Happy Meal kutuları gibi kahvaltı kutucukları da vardı, yanımıza aldık onları, belki ister aralarda diye ama kararlıydı ağzına bile sürmedi.
İlk dışarı çıkışımız: Saat 3,5 gibi iki aile de lobideydik. Salı Louvre kapalı olduğu için bugünden orayı görelim dedik.
Otel metro durağına çok yakın. Daha önceden trafik çok sıkışık olur uyarıları almış olmamıza ve en büyük caddelerden birinde konaklamamıza rağmen, sıkışık kavramının bizdeki sıkışıklıkla pek benzemediğini farkettik. Biz yine de hem daha hızlı olabilmek adına, hem de kızlar (Eliz, Övgü, Defne ve Günce) metro nasıl kullanılır görsünler diye o yolu tercih ettik.
Buraya bir uyarı: Metro hızlı ve her yere ulaşabilir olması nedeniyle akıllı bir seçim. Fakat yanınızda puset olacaksa Paris için en hafif, en kolay katlanıp, katlanınca da sorun çıkarmayacak olanından bir puset bulundurmakta yarar var. Biz Günce onda hiç oturmuyor diye evdeki Maclaren Quest’i götürmekten son anda vazgeçip, Jane Carrera ile gittik. Genel olarak bunun Günce açısından konforu daha iyiydi . Girişlerde pusetliler için ayrı kapılar var, orada değil ama merdivenlerde, sorun oldu. Nerdeyse hiç yürüyen merdiven yok. Pusetin her tarafına tüm çantalarımız asılı, üzerinde de Günce otururken, baba aşağıdan, ben yukarıdan kaldırıp öyle indirip, çıkardık sürekli. Yanımızdaki diğer aile bize göre daha avantajlıydı. Onların küçük kızları 3,5 yaşındaydı, tek bir sırt çantasıyla çıkabilmişlerdi ve pusetleri bizimkine oranla daha tek başına taşınabilirdi. Merdivenlerde Defne annesinin elinden tutup yürürken, baba da çanta ve katlanmış pusetle ilerledi. Biz de ise bir dolu çanta (sadece 8 kglık bir fotoğraf makinası ve kamera çantamız bile tek başına yeterli!!!) ile puseti babanın tek başına alması mümkün olamayacağı için böyle hareket etmek zorundaydık.
Açıkcası hiç yürüyen merdiven sorunu olacağı aklıma bile gelmemişti, daha önceden Paris’e giden babamız ise “metro çok kalabalık, pusetle binmek zor olur” dedi sadece, sonradan “ben söylemiştim” dese de. Ama diğerini de alsak, uyuma ve oturmada bu kadar rahat eder miydi emin değilim. En azından oturdu. Bir de Günce oturmadığı zaman sapına asılı onca yüke rağmen devrilip durmadı puset, diğer ekipte de böyle bir sorun oldu.
Aklıma tekerlekli sandalyeliler ne yapıyor sorusu geldi doğal olarak, sonradan asansör olan durakların işaretli olduğunu gördük ama hepsinde yok.
Bir de hep suratsız oldukları iddia edilen Fransızlar için dip notum var: Nerdeyse her defa yanımızdan geçen takım elbiseli beyler bile Günce’nin pusetle merdivenlerden taşınması aşamasında yardım teklif ettiler. Ama evet İngilizce konuşan sayısı yok değilse de çok az.
İlk ziyaret yeri: Louvre
Mekana ulaşma, ama maalesef girememe. 5’te kapanıyormuş ve 1 saatte gezemeyiz diye, sadece bahçesini ve ters piramit tarafını dolaştık biz de.
Havuza ayaklarını soktular herkes gibi. Ve indiğimizdeki havayla hiç ilgisi olmayan felaket sıcak bir hava. Sularımız Sabiha Gökçen’de görevliler tarafından bıraktırıldığı için müzenin altındaki pastanelerden birinden küçük Evian’lara 3,5 Euro ödemek durumunda kaldık ve sular dolaptan çıkmasına rağmen sıcaktı.
Buradan Montmarte’a geçmeye karar verdik. Ressamlar tepesi ve Sacré Coeur. Metrodan iner inmez bir atlıkarıncaya rastladık ve kızlar binme fırsatını hemen değerlendirdiler tabi, Günce dahil. Daha önce binmeye karar verip son dakika indi hep. Bu onun için ilk oldu yani.
Sonrası hafif bir rampa ve bizim için çıkılamaz yükseklikteki bir merdiven! Hangimiz çıkalım, kim Günce’yle aşağıda kalsın derken bir baktım yandan bir şey yukarıya çıkıyor. Bu arada diğer ekip çoktan tırmanmaya başlamıştı. Babamız o tarafa doğru yürüdü ve yaşasın Foniküler sistem var!!!
Bu arada bir dip not daha: 3 günlük her türlü taşıma aracında kullanılabilen biletlerden almıştık ve burada da geçerliydi.
Sacre Coeur: Ben ve Günce hariç hepsi yukarıya kadar çıktılar (Paris’in doğal en yüksek tepesi). Biz o sırada güvercinlere bisküvi verdik, seyyar satıcıların hepsini ziyaret ettik, bir kolonun üzerinde futbol topuyla her türlü hareketi yapabilen Iya’yı izledik ve sonunda merdivenleri fark edip, yaklaşık beş kez yukarı çıkıp indik, hayatımızda ilk kez gördüğümüz insanlara “meebaa” deyip, el sallayarak.
O sırada Fransa’da yaşayan kolejden arkadaşım Fehmi gelip, bizi aldı ve panoramik bir şehir turu da yaptık. Sorbonne, Pantheon ve Quertier Latin, Seine kenarı (evsizler var burada) vb de gezmiş olduk.
Açlıktan ölmek üzereyken artık durup Günce’nin “köfte, ayyan” tercihiyle McDonals’a girdik. Burada bile derdini İngilizce anlatmak çok zor. Tuvalete fişteki şifreyle girebiliyorsun.
Oradan çıkıp, önümüze gelen bir marketten su alarak, saat nerdeyse 12’de otele dönmek üzere (akşam 10,5 gibi hava kararmaya başlayınca) metro durağı aramaya başladık.
Bu arada saatlerce yürüdü Eliz ve Övgü de bizimle, hem de hiç şikayet etmeden. Küçükler uyuyakaldılar zaten.
Küçükler pusette olduğu için sorun yoktu ama büyük kızlara eğer yanlışlıkla metrodan inemezlerse bir sonraki durakta inip, beklemelerini tembihledik. Ya da sadece onlar inebilirlerse de sakince bir sonraki “tyeni” bekleyip, hemen bir durak sonra inmelerini. Çünkü daha ilk akşam puset nedeniyle ben ve babamızın başına geldi bu. Neyse ki Eliz’in yanında diğer ekip vardı (buna rağmen çok korkmuş), tek başına inip kalsaydı çok kötü olacaktı. Yanımızda (sadece bizde) 3 tane cep telefonu vardı ama aksilik ikisi birden çalışmadı. Ve neyse ki bu olay kızlardan birinin yerine bizim başımıza geldi diye sevinmekle kaldık, onca yorgunluğun üzerine olmasına rağmen.
İkinci gün (13.07.2010):
Notr Dame günü. Girişteki kuyruk uzun ama hızlı ilerliyor. İçerisiyle ilgili nerdeyse hiçbirşey hatırlamıyorum “burayı biyenmedim, dideelimmmm” diye bağıran Günce nedeniyle. Ben onu alıp “bebekli teyzelerin!” olduğu resimlere bakarken büyük kızlar babayla diledikleri gibi gezdiler. Sonunda dışarıda buluştuğumuzda Günce üzerime boşalttığı sıvı Danone nedeniyle çok eğlenir bir haldeydi.
Yukarıya tırmanmaya karar verdiler çanı da görmek için. İşte bu kuyruk durup düşünülmesi gereken bir kuyruk. Yaklaşık 400 basamakla yukarıya çıkılıyor dapdar ve durulacak bir yeri nerdeyse olmayan merdivenlerle (Quassimodo tarafımdan her saniye takdir edildi, o daracık yerden iyi inmiş çıkmış bir ömür boyu, bana gerçekten fenalıklar geldi). Yukarısı da çok dar olduğu için grup grup yukarıya alınıyor ve bu nedenle kuyruk ilerlemek bilmiyor. Ayrıca benim gibi vestibüler sorunlarınız varsa, ne beklemeye ne de tırmanmaya değmez. Ama baktım Eliz gayet başarılıydı tırmanma konusunda.
Garip şekilde o kuyrukta çocukların hepsi çok eğlendi. Yaklaşık 2,5 saat bekleyince kimi zaman babalar kızlarla çevreyi dolandı, kimi zaman da annelerle çevredeki hediyelik eşya mağazalarını gezdiler.
Sonunda kucağında Günce’yle 400 basamağı tırmanıp inmiş ve tam yukarıda da fotoğraf makinasında sorun çıktığı için çanın yanında tek bir kare bile çekememiş eşim için üzülerek Notr Dame ziyaretini noktaladık.
Buradan Doğa Tarihi müzesine çevirdik rotayı . Metrodan RER’ e geçerek bana göre Gare du Nord, babaya göre Gare de Australische durağıyla.
Buraya dikkat: RER’ler sanırım en yeni ve en alttakiler ve burada yürüyen merdiven var. Ama çıkış kapıları öyle dar ki, uyuyan Günce’yi ben kucağıma aldım, baba puseti katladı ve kendisinin bile zor sığabildiği kapıdan güçlükle geçebildiler.
Doğa tarihi müzesi 5’te kapanıyor diye görünmesine rağmen, 3’te bilet satışı duruyormuş, büyük kızlar babalarla yetişti ucu ucuna ve hızlı bir turla. Uyuyan küçüklerle biz de keyifli bahçenin tadını çıkardık. Bebeğini alan oradaydı. Dikkatimi hem metroda hem dışarıda ister istemez diğer çocuklular çekti, sanırım Maclaren’in iyi pazarlarından biri Paris. Daracık kapılar ve kısıtlı sayıdaki asansörle başka yolu yok çünkü.
Küçükler de uyandı, bahçede koşup oynamaca, dev pencereden küçüklere de dinozor iskeleti göstermeye çalışma (ama iskelettense dışarıdaki stegosaurus-Tübitak Dinozor’u elinden düşürmeyen Günce hemen tanıyıverdi stegosaurusu- maketiyle ilgilenmeleri) , oradaki atlıkarıncaya biniş , yemek yiyip, dinlenme ve Eyfel’e yönelme…
Eyfel:
Yine sıcak, hem de çok. Neyse ki 4 ayağın hepsinden de yukarıya çıkış var. Ama yine kuyruk. Fakat aşağısı çok şenlikli. Dünyanın her köşesinden insanlar, bir dolu satıcı, tepenizden uçan, yanınızdan geçen bu satıcıların sattığı bir dolu şey. Babayla birlikte pazarlık sonrası Eliz, arkadaşlarına ve öğretmenine Eyfel anahtarlıkları aldı.
Asansörle çıkış seçeneğiyle en tepeye kadar çıkmaya karar veriyoruz (babamız benim Notr Dame’da sıkıntıya girmem nedeniyle bu kadar yükseğe çıkabileceğimden endişeli ama gelmişken denemek istiyorum). Pusetle çıkmaya izin var, sadece asansörlerde katlamak gerekiyor. İlk katta inip, çevreyi gezip, elbette fotoğraf motoğraf derken, 2. Katın asansörü için artık içime fenalık getiren kuyruğa giriyoruz. Günce “annenin kucakı, annenin kucakı” diyor, başka da bir şey demiyor. Neyse sayesinde o kadar yukarıda olduğumun korkusunu bile yaşayamadan aşağıya iniyoruz. İniş asansörüne binerken diğer ekiple birbirimizi bir kez daha kaybediyoruz.
Tam indiğimizde ışıkları da yanıyor Eyfel’in. Hoş görünüyor. Bizdeki telefonların hiçbiri çalışmadığı için, orada bir 45 dk kadar farkına bile varmadan oyalanıp (diğer ekibi bulabilir miyiz diye), dönmeye karar veriyoruz. Bu sefer dönüş rotasını Eliz belirliyor. Information Desk’e kendisi sordu, hiç karışmadık, tarifi dinledi ve bize aktardı. Rotanın doğruluğundan emin olup, bu sefer yüzeyden ilerleyen bir metroya ilerlerken, giriş kapısında ekibin geri kalanıyla karşılaşıyoruz. Ufaklıklar çoktan uyumuş

Üçüncü gün (14.07.2010):
“Bugün daha da sıcak olacak gibi” kalkar kalkmaz böyle diyor baba. Eliz’e incecik bir elbise, Günce’ye şort (kendime de) giydirerek yola koyuluyoruz. Rota yine Louvre.
Yine babamızın önerisi “Bugün hava güzel, metroda kalacağımıza en yakın durakta inip, yürüyelim”. 14 Temmuz diye, birçok yol kapalı, o güzergahtaki mağazaların tamamı da. Geçit töreni de başlayınca biraz izlemeye karar veriyoruz. Derken bir iki damla yağmur atıştırıyor. Hemen Eliz’in yağmurluğunu veriyorum. Günce’nin pusetinin yağmurluğunu da kapatmaya hazır hale getiriyorum. İnanılmaz bir şekilde öyle bir yağmur bastırıyor ki, kucağımızdaki Günce’yi pusetine bile oturtamıyoruz. Islanmasın diye aceleyle yağmurluğu indirip, biz de telaşla onu bağlamaya çalışınca zaten şiddetle yağan yağmur ve gök gürültüsünden ürken Günce mümkün değil, kemerini taktırmıyor. Baktım olmuyor, bari puset de ıslanmasın diye (sonra nerede uyuyacak), kamera ve fotoğraf makinesi çantasını pusete koyup, üzerini kapatıyoruz. Günce’yi yarım yamalak geçirebildiğim yağmurluğuyla kucaklayıp, bir yerlere girmeyi düşünüyoruz ama korunacak bir saçak bile yok. Neden sonra bir yerde durabildiğimizde hayatımda hiç ıslanmadığım kadar ıslaktım. Neyse ki Günce hanımı çok küçükken babasının uyutmak için kolunda karın üstü tuttuğu biçimde tutmuşum ki (bilerek yapmamıştım) tam olarak giydirmeyi bile başaramadığımız (kafasını da koruyacak şekilde sırtına atabildik sadece) yağmurluğu hem kafasını hem de gövdesini korumuş oldu, sadece bacakları ıslandı. Yeteri kadar ıslanmamışım gibi onun yağmurluğundan da üzerime akanlarla ıslanmamış tek noktam kalmamış oldu.
O sırada Louvre yönüne giden metro girişini sormaya çalıştığımız polis ve diğer görevlilerin hiçbiri bizi anlamıyor, onların bize anlatmaya çalıştığını da biz.
Uzun uğraşılar sonucu nihayet metroya girmeyi (tek bir taksi yok ortada, açık tek bir mağaza da) başarır başarmaz kızların üzerini değiştirdik bulmayı başarabildiğimiz kurularla.
Nihayet Louvre çıkışına ulaşır ulaşmaz oradaki açık bir mağazadan hemen üzerime t-shirt alıp değiştirdim. Bir şeyler yedik ve o gün ücretsiz olan müze girişinde bir de pusetlilere tanınan öncelikli geçiş hakkından yararlandık ki bir daha o aşılmaz kuyruğa girmeye hiç niyetim yoktu doğrusu yağmur altında. İnsanların azmini de takdir ettim bu arada.
Mona Lisa’yı görmek (yine kendi adıyla bağdaştırdığı için de biraz) Eliz’i mutlu etti ama Günce burayı da “biyenmedi”. Napoleon’un bulunduğu taraftan geçerken babanın “saraymış kızım bak burası” demelerini de “ama kral yok burada” larla yanıtladı. Bir süre sonra da uyudu neyse ki.
Yağmur dindiğinde bize de artık sanattan fenalık gelmişti. Bir günde hele hele 4-5 saatte dolaşılacak gibi değil burası. Nerdeyse her salona bir gün ayırmak lazım.Resimlerle değil ama Eliz ve Övgü, heykellerle daha çok ilgileniyorlar.Tabi en çok ilgi beklediğim üzere Mısır bölümüne geliyor.
Oradan karşıya geçip, Champ d’Elise’e doğru keyifli bir yolculuğa çıktık. Kestane ağaçlarının bulunduğu parktan da geçerek ilerlediğimiz yolun sonunda Eliz yine cadde sanki kendisininmiş gibi hissederek her adımın tadını çıkardı. Elbette orada oturup bir şeyler yedik.
Sabahki güneşli, parlak havanın ardından gelen bardaktan boşanırcasına ve hiç durmayacak zannettiğimiz yağmur, sonra yine deli gibi güneş, biz yemekten kalkana kadar adam akıllı bir serinliğe dönüşünce, çantadaki ıslak yedeklerle (oysaki yol boyu pusetin orasına burasına asmıştım kurusunlar diye) durumu çözemeyeceğimizi fark edip, % 50 indirimde olan GAP’e dalıyorum (tek alışverişimiz olarak da kayıtlara geçiyor). Günce’ye body, pantolon, ince bir mont, uzun kollu bir t-shirt, bol çorap (kışın çok işime yarayacak çoraplar), pijama, Eliz’e 2 pantolon, bir uzun kollu, bir kısa kollu t-shirt (kendi beğendi) ile noktalıyoruz alışverişi. Eliz kabinde pantolonun birini giyiyor, bir boş alanda ben de babayla beraber Günce’ye body’yi, pantolonu ve montu giydirmeyi başarıyoruz. Çorabı zaten kendisi giymek istedi. İkisine de uzun kollu t-shitleri giydiremiyoruz.
GAP’ten Arc dTriomphe’a doğru yürüyüş, alt geçitten tam karşısına geçiş (Charles d’GAulle’e doğru), tam altına geri dönüş (her açıdan fotoğraflama), orada alevleri, ışıkları Günce’ye gösterip, Champ d’Elise’e dönerken bir bakıyoruz pusete takılı GAP poşeti (ve aldığımız ama giydiremediklerimiz –en çok da çoraplara üzüldüm, nedense çorap bulmak en zor iş) yerinde yok. Üstelik 14 Temmuzda Champ d’Elise tarafında olmayın, hırsızlık çok olur diye uyarılmıştık da. Kaşla göz arası gitti poşet biz yanan alevlere bakarken.
Bir kafede oturup bir şeyler atıştırdıktan sonra (bu arada kendisine haksızlık yapıldığını hissedip, biraz da ürken, üzülen ve kızan Eliz’i sakinleştirmeye çalışarak), havai fişek gösterilerini izleyelim diye Eyfel’e yönelmeye karar veriyoruz ama yolda uyuyan iki ufaklık ve artık iyice yoruldukları belli olan Eliz ve Övgü nedeniyle vazgeçip otele yöneliyoruz. Yine yerüstünde olduğumuz için uzaktan da olsa havai fişekleri de görüyoruz.
15.07.2010:
Beklenen gün, Disneyland’e geçiş.
Resepsiyona bizi Val D’Europe bölgesine götürebilecek iki taksi rica ediyoruz, gayet hızlı check-out sırasında. Kısa sürede de taksiler geliyor ama yine İngilizce konuşamıyorlar. Resepsiyondakiler aracılığıyla anlaşabiliyoruz.
Taksimetre açık. Birbirleriyle hiç anlamadığımız bir şeyler konuşan taksiciler nedeniyle, istemsiz huzursuz oluyorum. Hiç bilmediğimiz bir yerde, bizi bir yerlere götürüyorlar ve onlara güvenmek durumundayız. Benzer tedirginliği arkadaşım da yaşamış. Yarım saatlik bir yolculuk sonrası (70 Euro) L’Ellysee Otele ulaşıyoruz. Eliz yine mutlu, burada yaşamaya (Sorbonne’u gözüne kestirmişti zaten) iyiden iyiye karar veriyor, ne de olsa her yerde adıyla ilgili bir nokta var.
Check-in işlemleri yapılıyor ama odalar saat 3 gibi boşalacakmış. Bavulları emanete bırakıp, shuttle’ı kaçırdığımız için yine metroyla Disneyland’e ulaşıyoruz nihayet.
2 Day 2 Park Hooper biletlerden almaya karar veriyoruz. Biletleri otelden de alabilirdik ama metroda verdikleri indirim kuponu işe yarar mı denemek istiyor arkadaşlarımız, biz bizimkini çoktan kaybetmişiz tabi.
Düşündükleri gibi olmuyor, onlar da bizimki gibi alıyorlar. Yetişkinler 118 Euro, 11 yaşa kadar çocuk 99 Euro, 3 yaşa kadar çocuk ücretsiz bu şekildeki biletlerin fiyatı.
Park, bölge otellerinde kalanlar için sabah 9’da açılırken, dışarıda kalanlar 11’den itibaren girebiliyor.
Övgü ve Eliz artık içeriye adım attıklarına inanamazken, ilk geçit arabasından el sallayan Goofy ve Mickey’e aynı şiddetle el sallamaya başlıyor Günce de.
Haritalar elimizde ne yapacağımıza karar veriyoruz. Kızlar önce Discoveryland ve Buzz LightYear istiyorlar.
Babalar ve kızların hepsi Orbitron sırasına girerken, biz de arkadaşımla ve pusetlerle elimizdeki biletlerle önce Buzz Lightyear Laser Blast’a FP (fastpass) alıp, oradan da Space Mountain için FP almak üzere ilerlerken fark ediyoruz ki, diğer FP için verilen süre içinde başka alamıyorsun.
Günce Orbitron’da kendisi kullanmak istediği halde, boyu yetişmeyince yine ağlıyor. Ama sonradan hoşuna gidiyor.
Oradan indiklerinde hep birlikte Nautilus’u geziyoruz. Kocaman pencere açılıp da dev ahtapot ilk göründüğünde hafifçe ürken Övgü’ye “Sadece oyuncak ki bu” diyor çok bilmiş Günce.
Bu arada yandan Space Mountain’dan çığlıklar geliyor. Hiçbirşey görünmediği için neden bağırdıklarını anlamıyoruz.
Ben Eliz ve Övgü ile Star Tours sırasına girdiğimde, babalar da minik kızlarla tren sırasına giriyorum zannederken Videopolis sırasına giriyorlar.
Eliz’in daha önceden de smülatör tecrübesi olmasına rağmen yanında arkadaşı olunca çok hoşuna gidiyor. Günce de 3D Michael Jackson’ın sırasında beklerken daha uyuyakalmış karanlıkta.
Eliz ve Övgü her yerde binebilecekleri Autopia’yı pas geçip saati gelen Buzz’a gitmek istiyorlar. Bu sefer bütün ekip içeriye giriyor, dışarıda sadece uyuyan Günce ve ben ile bunun için inanılmaz bir kuyruk.
Çıktıklarında bu kez Space Mountain’in FP’ını alıyoruz. Derken arkadaşlarımız içinde pasaportları, kimlikleri, cüzdanları olan çantayı Buzz’da unuttuklarını fark edip, hızla oraya dönüyorlar, fakat bulunamıyor. Dünkü tecrübeyle içimden “eyvah, bari sadece parayı alıp, pasaportları ve kartları bıraksalar” diyorum ama yönlendirdikleri ana girişteki bölüme onlar ulaşana kadar çanta çoktan iletilmiş, içindekiler sayılıp zarflara yerleştirilmiş bile. Garip bir biçimde şehirdeki hırsızlık olaylarına rağmen, burada herkes pusetlerini çantalar asılı halde bırakıyor, çok daha güvenli.
Onlar bu işlerle uğraşırken, babamız Eliz ve Övgü ile saati gelen Space Mountain’a yöneliyor, Günce hala uyuyor, 1,32 boy sınırlaması olduğu için Defne de benimle kalıyor, sohbet ediyoruz birlikte.
Ekip çok korkmuş (babanın boynu kötü olmuş) halde gelirken, diğer ekip de kaybettiklerini bulmanın rahatlığıyla dönüyor. Biz de arkadaşımla binmeye karar veriyoruz.
Zifiri karanlıkta ilerleyen bir tür Roller-coaster aslında ama hiçbir şey görünmüyor ve indikten sonra bir 5-10 dk daha sallanmaya devam ettim ben. Nasıl bağırabiliyorlar anlamadım ben ağzımı bile açamadım hızdan. Garip ama göremiyor olmaktan da mutluydum, gün ışığında görerek maruz kaldığım o hareketleri kalbim kaldırmazdı heralde.
Yemek molası, ben halen buranın yapma ama çok yapma olduğunu, çocuklara nasıl bir pazar ürettiklerini ve bu ürettiklerine esir etmeye çalıştıklarını düşünüyorum.
Yemekten sonra rota Fantasyland’e yöneliyor. Burada kızların üçü atlıkarıncaya ilerliyor önce, nerdeyse sıra hiç yok, Günce nedense sevmez atlı atlıkarıncaları, Dumbo istiyor o. Biz onunla bitmez Dumbo kuyruğundayken, diğer kızlar ise Peter Pan’s Flight sırasına girmiş.
Dumbo her yerde bulunabilecek yükselip alçalan, bu sırada da dönenlerden. Hadi çocukluları anladım da, bunun sırasına giren kocaman yetişkinlere pek anlam veremedim doğrusu.
Nerdeyse eş zamanlı çıkıyoruz oradan. En boş görünen Mad Hatter’s Tea Cup. Anneler ve kızları bu sefer Cup’lardayız. Alice kapanmış. Bu sırada geçit töreni anonsu duyuluyor ve meydana geri dönüyoruz.
Kahramanların nerdeyse hepsi orada (Remy, İnanılmaz Aile, Prenses ve Kurbağası, Mickey, Minnie, Goofy, Donald, gibi gibi). Eliz çıldırıyor mutluluktan, Günce ve ben ise güneşten çok rahatsızız.
Gösteri sonunda yeniden Fantasyland ve bu kez “It’s a small world” hem de maekip iki kez üst üste. Bence en başarılı bölümlerden biri. Resmen kendimi inanılmaz güzel bir masal aleminde zannettim ki, kızlarda bıraktığı etkiyi düşünemiyorum. İkinci binişte Eliz’in deliler gibi “bunu da çek anne, şunu da anne şunu da, anne üst taraf” demeleri de kayıt altına alındı zaten. Renklerinden, müziğinden, suda ilerlemenin verdiği kayıyor gibi olma hissine kadar hepsi çok güzeldi.
Bu arada saat 12 gibi giderek artan kalabalık, saat 7 sularında yeniden azalmaya başladı ki biz de ancak öyle binebildik iki kez üst üste.
9’da Fantasyland kapandı ve ne yapalım diye düşünürken (kızlar bu arada meşhur şatoyu dolaşıyorlardı) birden yeniden ellerinde iplerle görevliler belirdi. Hafif batan günışığıyla birlikte şatonun ışıkları yandı, kızlar ayrılan sıraların en önüne geçip oturdular, Günce bizle inip-çıkmalarla meşgul, Fantalusion Parade başladı (Fantalusion’ı zaten bir de o garip söylemeleriyle bağırırlarken hiçbirimiz anlamadık ama Parade’i babamız brake anlarken ben Pray anladım, arkadaşlarsa bambaşka şeyler ve ne ki bu diye düşünmeye başladık).
Işıklı arabalarda, ışıklı kostümleriyle Prens ve Prensesler (Kurbağa olan Prensin gülümsemesine ve dişlerini göstermesine gündüz o kadar sinir olmama rağmen) karanlıkta gerçekten çok güzel görünüyorlardı, ışıl ışıl. O sırada şatonun ışıkları da söndürülmüştü.
Bunu havai-fişek gösterileri izledi. Büyük kızlar büyülenmiş haldeydi, Günce bile ilgilendi bu karakterlerin hiçbirini tanımamasına rağmen. İtiraf ediyorum yapay bulmama rağmen ben bile etkilendim.
Övgü dönüş yolunda, “Pamuk Prenses özellikle Eliz’e bakarak güldü ve el salladı biliyor musunuz, Belle de bana” diyordu, söylediğine yürekten inanarak (Eliz Pamuk Prenses gibi çünkü, bembeyaz bir yüz, koyu saç ve gözler, kırmızı dudaklar; kendisini de Belle’e benzetiyormuş demek ki). Aldıkları keyiften gülümsememek elde değildi.
Yolda yarın 9’da burada olmayı planlayarak uyumaya geçiyoruz (küçükler çoktan uyumuşlardı).
16.07.2010
Sabah uyanmayı başardığımızda saat 8,5. Kahvaltı, o, bu derken anca 10,5 gibi orada olabiliyoruz. Onca günün, hele de dünün yorgunluğuna rağmen kızlar öyle iyi motive ki, yürümüyor resmen uçuyorlar.
Hedefler belirlendi yine, iki anne açıktaki roller-coasterlara binmeyi reddettiğimiz için iki biletle biz bir gün önce Günce’nin göremediği Peter Pan için FP alırken, babalardan biri Adventureland’deki Indiana Jones’a FP almak üzere gidiyor, diğeri de çocukların hepsiyle Fantasyland’deki Pinokyo sırasında. Günce için kararsız kalıyoruz, “küçük misafirlerimiz için korkutucu olabilir” uyarısı nedeniyle ama diğerleri girince o da girmek istiyor. Neyse ki korkmadı.
Oradan Alice’s Curious Labyrinth. Bizim baba “neden bu saçma şeyde vakit kaybediyoruz” diye söylenirken Günce bu işten çok keyifli koşuşturup duruyor, kızlar da şatoya ulaşmaya çalışıyorlar. Bir süre sonra dön dön ilerle gerçekten labirent hissini yaşamaya başlıyorsun.
Buradan artık Adventureland’e yöneliyoruz, ama akılları hala Pamuk Prenseste. Indiana Jones ile ilgili en büyük kararsızlığı Eliz yaşıyor. Binse mi binmese mi emin değil. Bir gün önce Space Mountain tecrübesinden çok korkmuştu ama korkusunun karanlıktan ve kemerinin açılabileceği endişesinden olduğunu ifade edince, buraya kadar gelmişken denemesini öneriyorum. Kendi başına olsa vazgeçebilirdi ama Övgü kendinden emin ilerleyince o da denemeye karar veriyor.
Bu kez çok daha keyifli iniyor aşağıya, baba yine boynunu incitmiş. Gerginlikten kafasını ileriye mi uzatıyor nedir, bendeyse tam tersi oldu, kafam koltuğa yapıştı ve mümkün değil, bir mm bile kıpırdatamamıştım. “Babam korkarsan avazın çıktığı kadar bağır ve gözlerini kapat” dedi diyor indiğinde, o da hiç açmamış gözünü, “ne ters mi döndük biz” dedi.
Hasarlı baba “ben artık hiçbir şeye binmem, boynum perişan” şeklinde söylenirken, bir şeyler yemeye karar veriyoruz. Yemeği erken tamamlayan Eliz, Övgü ve babası ip köprüden geçmek için ilerlerken, pusetlerle ve de Günce ile oradan geçemeyeceğimiz için fotoğraflarını çekeriz diye beklerken babamızın Çapa’dan arkadaşıyla karşılaşıyoruz. Dünya küçük gerçekten, ayarlasan denk getiremezsin.
Adventure Isle, Pirate’s Beach (burada da maksimum 1,40 sınırlaması var tersine) ve Robinson adasında yeteri kadar oyalandıktan sonra diğer ekiple yine birbirimizi kaybediyoruz. Biz dördümüz Pirates of Caribbean’a yöneliyoruz, çünkü Peter Pan FP saatimiz yaklaşıyor. Burada Günce üzerine sıçrayan sulardan biraz rahatsız oluyor, bir de suda da olsa hafiften bir roller-coaster hareketi de onu tedirgin ediyor ama korsanlar ve seslerden korkmadı. Oradan çıkıp hızla Fantasyland’e Peter Pan’a dönüyoruz, normalde inanılmaz bir sırası var. Sadece 2 FP’ımız var ve ilk kez burada FP’lar kontrol ediliyor, bu durumda babamız dışarıda beklemede kalıyor ve Eliz (ikinci kez), ben ve Günce içerideyiz. Uçma hissi çok iyi verilmiş, Wendy’nin odası, şehre yukarıdan bakış keyifli ama Günce biraz huzursuzlanıyor. Uçma çok gerçekçi geldi herhalde ona. Öyküleri de bilmediği için Eliz kadar keyif almıyor sanırım.
Hızla Adventureland’e ekibin diğer kısmını bulmaya dönüyoruz ve Alaaddin’de karşılaşıyoruz onlarla. Hakikaten bir pasaj burası ve camdan vitrinlerde karakterlere öykü akışına göre yer verilmiş.
Burada bir durup adamların hakkını vermek istiyorum. En minik ayrıntılara bile dikkat edilmiş, gerçekten geçtiğin her bölgede oradaymışsın hissini yaşıyorsun. Zaten hepimiz Fantasyland’e Pamuk Prensese dönerken ortamı fotoğraflamaya dalan babamızın yanımızda olmadığını fark ediyoruz. Nasıl olsa gelir diye beklerken bu arada kızlar mağazalardan birine dalıyor. Defne kendine bir kedi edinince, “benim buuu” diye kıza rahat vermeyeceği belli olan Günce’ye de aynı kediden alıyoruz bir tane ve yolculuk süresince evlere gitmek üzere herkes kendi arabalarına binene kadar Defne’nin elinde her gördüğünde “benim buuu, benim tedimmm buu” diye tutturdu.
Baba hala yok. Hava çok sıcak. Eliz, Defne ve Övgü Pamuk Prensese giderken ben de etrafı aranmaktayım, kayıp babamıza rastlayabilir miyim diye. Kızlar çıkıyor ve tam o sırada bir gösteri başlıyor tam önümüzde neyse ki, onlar onu izlerken, ben Günce ile hızlı bir Adventureland araması yapıyorum ama baba orada da yok.
Yaklaşık 1 saat oradan ayrılmıyoruz, nasıl olsa gelir diye ve sonunda görünüyor. O da bizi Frontierland’de bekliyormuş. Kayıp olan için kıpırdamamak doğru çözüm ama her iki taraf da kıpırdamamaya karar verince biraz sıkıntı olabiliyor.
Buraya bir ara verip, Studio tarafına ikinci parka yöneliyoruz, çünkü orası saat 7’de kapanıyor. Tam o sırada Goofy imza dağıtıyor, Eliz sıraya giremedi diye üzülürken bir bakıyorum “Prenses ve Kurbağa” imza sırası bomboş. Hemen giriyor, son kişi de o oluyor ve park haritalarından birine imza da alıyor.
Studio diğer tarafa oranla oldukça sakin. İkiye bölünüp, FPları almaya karar veriyoruz ama artık kapanmış FP saatleri. Biz sağdayız. Gelmişken Günce’nin de binebileceği Flying Carpets’ a Günce, Eliz ve babamız yöneliyorlar. Ben artık binmiş olmalılar, kimse kalmadı sırada derken bizimkiler babanın kucağında uyuyan Günce’yle geri dönüyorlar.
Baba onunla dışarıda beklerken ben Eliz’le Crush’s Coaster’a yöneliyorum onun isteğiyle. Hiç sıra yokmuş gibi görünüyor dışarıdan ama nerdeyse 45 dk bekliyoruz yine.
Nemo’dan esinlenilerek yapılmış, bence Space Mountain’dan daha berbat bir şey bu. Yine karanlık ama bu kez suyun içindeymişsin hissi yaratılmış. Akıntıyla su kaplumbağaları gibi, bir sağa bir sola, bir yukarı bir aşağı ilerlerken bir yandan da kendi etrafında da dönmeye devam ediyorsun.
Ben: İyi misin Eliz?
Eliz: İyiyim, çok iyiyim.
Ben: Keyifli değil mi?
Eliz: Çok keyifli anne.
Dışarıda ağaç olmuş baba “nasıldı” diye sorar sormaz ikimiz birden “berbattııııı”.
Toy Story Playland tadilatdaydı.
Eliz buradan Stitch Live’e gitmek istedi. Günce uyuduğu için bu kez “ben beklerim siz girin” dedim. Bu arada yağmur başladı ki çok doğru zamanlamalı bir seçim olmuş.
Ben beklerken diğer ekiple karşılaştık, bir kafeye girmişler. Onlar uyuyan Günce’yi de alıp gidince ben de son 3 kişi kala bizimkilere yetiştim.
Stitch gösteride babamızı “hapishane kaçkını” olarak belirleyip, durmadan “Murat is that your telephone?” gibi bir dolu soru sorup durunca Eliz için unutulmaz oldu bu gösteri de.
Çıktığımızda Günce de yeni uyanmıştı. Biz coasterdayken diğer ekip de Tower of Terror’dalarmış. Arada bir açılıp kapanan kapılarından ve deli gibi çığlıklardan anlaşıldığı üzere hızla yukarı çıkıp, sonra düşen bir asansör. Yaklaşık 8-9 katlı bir binanın asansöründen dimdik aşağı düşme hissi hiç benlik değil, sıra olmamasına rağmen burayı pas geçtik.
Eliz, Defne ve Övgü Animagique ve Studio Tram Tour’a giderken biz de Günce’yi yeniden Flying Carpets’a götürdük. Bir de Cars Quatre Roues Rallye’e.
Dönüşte Günce bir çocuğun elindeki sandviçi görünce “ekmek iştiyom” demeye başladı ki, ben de acıkmıştım artık.
Ama Eliz’lerin tren gezisi bir hayli uzun sürdü, kızım da ıslak geldi. Sel, deprem, yangın gibi felaketleri yaşamışlar da…
Buradaki mağazaların birinden 2 biblo ve 2 de kalem alıyor Eliz kendisine, bir de magnet tabi. Her giden gittiği yerden ona bir kalem getiriyor, kendisi de bunu devam ettirmeye karar verdi. Değişik bir koleksiyonu olabilir ileride.
Biz ilk parka geri girerken (saat 7 gibi) akın akın çıkanlar oluyor bu sırada. Galiba günlük biletlerin bir kısmı 7’ye kadar.
Doğru Frontierland ve hemen yemek.
Maalesef Thunder Mesa Riverboat Landing biz yemeğimizi yiyene kadar sona erdi ama kimsenin bekleyecek hali kalmamıştı.
Büyük kızlarımızla biz Big Thunder Mountain’a binmeye ilerlerken, babalar da miniklerle Pocahontas Indian Village’a gitmişler. Aslında bu da bir tür roller coaster ama çok daha ılımlısı. Ürkütmüyor, oldukça geniş bir alanı geziyorsun (Boat turu bunun çevresinde yapılıyor ve hiç de küçük denemeyecek bir boat), çevre ve efektler çok iyi düzenlenmiş. 1,02 minimum boy kısıtlaması var burada da.
Eliz ve Övgü Phantom Manor yerine tercihlerini, “bir daha rayda ilerleyen bir şeye binmem” diyen babalar bizim tavsiyemiz üzerine bu kararlarından vazgeçince bu kez de onlarla bir kez daha buna binmekten yana kullanıyorlar. Biz de miniklerle çevreyi dolanıyoruz artık son kez. Saat 9 oldu ve burası da kapanıyor. Üstelik üşümeye başladık iyiden iyiye.
Çıkışta yine ışıklı geçit töreni, ama bu kez ilk gördüğümüzdeki kadar etkilenmiyoruz.
Kızlar zamanlarının bir kısmını da alışverişte kullanmak istiyorlar. Gerçi Eliz bir türlü bir şeyi beğenmiyor ama en azından mağazaları da görmüş oldu.
17.07.2010
Ertesi gün dönüş hazırlıkları ve otelimizin karşısındaki Outlet Çarşıya (CK, Armani vb) adımımızı bile atamadan havaalanına ulaşma. Sağ olsun Fehmi ta oraya kadar gelip bizi aldı ve alana kadar da bıraktı. Fransızların da tatil dönemi başladığı için yollar kıpkırmızı tıkalı görünüyordu navigasyon cihazında ama onların tıkalı kavramı bizimkinden oldukça iyi diyebilirim. Biz ara yolları da kullanarak gayet doğru bir zamanlama ile yetiştik. Bilet çıktısında Sud yazan kontuar ise aslında Est’deymiş. Buraya metro koymuşlar, bir dakikada ulaşabiliyorsun diğer tarafa ve ücretsiz.

Eliz için geç mi kaldık Disneyland için acaba diyordum ama aksine çok doğru bir zamanlamaymış. Çocuktan çocuğa farklılık gösterir mutlaka (sınıfında minik minik kadınların olduğu da düşünülürse) ama benim kızım (neyse ki hala bir çocuk) hem Fantasyland’den çok keyif aldı ki, zamanın en çoğunu burada harcadık herhalde, hem de diğer taraflardan.