Gün kızım, Güneş kızım

Lilypie Second Birthday tickers

1 Şubat 2010 Pazartesi

Bir bardak suda fırtınalar koparmak

Hastaneden eve gelemediğim için bugün öğle uykusu işi anneanneye kaldı.

Pusete oturmamış, o yöntem yatmış böylece.
Önce annannamı yanına yatarak denemişler olmamış, Elişim yatmış yine olmamış.

Sonunda öğleden sonra üçbuçuk gibi kugaccide (Güncece kucak) müşik dinlerken uyuyakalmış.

Ben geldiğimde saat tam beşti. Ancak yiyemediğim öğle yemeğini yiyebildim ve lokumcuk uyandı.

Ama ne uyanış!

BabaMın kucağında yemek masasına oturdu ve "şu, şuu, şuuu" dedi önce.

Lokumcuk oldum bittim ağzına biberon, suluk gibi gereçler sürmediğinden (iki aylıkken, benim yokluğumda, tek bir kez aldığı anne sütü haricinde) ek gıdaya başladığımızdan beri mecburen (pek mecburen de değil aslında, kendi öyle istedi) bardakla içiyor suyu.

Kendimi bildim bileli kendilerinden kurtulamadığımız şu sarı pyrex takımlar Elişimin bebekliğinde olduğu gibi yine can kurtarıyor. [Babacığım sağolsun (bahsi geçen benim babam) bunların her parçasını aldığı yetmiyormuş gibi bir de her parçadan da beşer takım falan almış heralde. Nerdeyse kırk yıldır yazlıkta bizimle birlikteler bu sarı pyrexler, sürekli de kırılır dururlar, ama nasıl bir stoksa bu böyle nereyi açsan kırılanın yerine hiç açılmamış yeni paketleri çıkıyor.] Her boydan kaseler, biçim biçim fincan ve bardak alternatifleri ile Günce için de kullanıyoruz.

Minicik fincanına su doldurup, önüne koydum- ki suyunu hep bu bardakcıkla kendisi içer. İki damla su içerken eline döküldü.

Her öğünde su, çorba, yoğurt, yemek ne varsa "kaşik, kaşik" diye tutturup, önce kaşıkla ağzına götürür. Sonra "tabak,tabak" tutturmasını takiben bunlardan gözüne kestirdiğini, -tercihan hepsini- kaşıkla bir tabaktan diğer tabağa aktarma suretiyle karıştırır. Bu da kesmez balkızımı tabakları masanın üzerine devirerek, döktüklerini avuçlarıyla her tarafa yayar. En son kocaman önlüklere ve masa örtüsüne rağmen, masadan üstüne dökülenler nedeniyle sırılsıklam olmuş pantalonun değiştirilmesiyle öğün sona erer. Öyle iki damla suya pabuç bırakacak gibi değildir yani.

Aman allahım, ne ağlama, ne ağlama. Şaşırdık çünkü genelde çok canı yanmıyorsa ağlamaz, bağırır hatta cırlar ama ağlamaz. Nasıl inci tanecikleri gibi dökülüyor yaşlar gözlerinden.

Tutturdu "bu, bu, bu, bu" diye ama mümkün değil anlaşılmıyor "bu"nun ne olduğu.
-Su mu kızım?
-Buuu, buuu...
-Kutu mu kızım?
-Buuu, buuu...
-Şişe mi kızım?
-Buu, buu...

Gösterdiğimiz bu ve bunun gibi bir dolu alternatifin içinde istediği şeye en yakın yani "buuu"ya en yakın olan su şişesi gibi duruyordu.

Masaya su şişesi ve fincanını yanyana koyduk. Yok, durmuyor ağlaması. "Koy, kooyy, koyyy". Ya deliricem, neyi koyucam ki. Fincan ağzına kadar dolu suyla, hala koy diyor.

Bir tek damlalık yer kalmayana kadar bir daha doldurduk, feryat figan devam ediyor.

Anne içirsin mi sana?
Sanaa, sanaa (bana bana demek)

Ama içiremiyorum.

Sen içer misin?
Şenn, şennn (ben ben demek)

Kendi de içmiyor.

En iyisi olay mahallinden uzaklaşalım çaktırmadan...
Ne mümkün, başa sarış, "buuu, buuu, buuu"...

Elişim imdat, gel bir de sen dene...
Yok gözü ne Elişim görüyor, ne başka birşey...

Hah anladım, peçete mi, silelim mi istiyorsun?
Kağıt havluymuş.
Koparıp eline verdim, hay vermez olaydım, yeniden "buuu, buuu, buuu"...
Hadi sen kendin kopar bebeğim...
Bu sefer de "Bebeğimmm, bebeğimmm, bebeeğimmm"....

Tamam hadi ben sileyim kızım, helak oldun ağlama artık...
"Alama, alaamaa, alamaa"...

Anlaşıldı, ne desem tekrarlayıp, ağlamaya devam edecek.

Bu arada birşey oldu, heralde artık gerçekten çok çaresiz halde olduğumu hissetti ve birden "anNem, kugaççiii" deyip, anneciğinin kucağına geldi, kafasını omzuma yasladı ve sakinleşti...(bebeklerin bu başını omuza koyduğu pozisyondur beni bitiren)














Hiç yorum yok:

Yorum Gönder