Dün artık babaMın zaten hasta daha da kötü olabilir endişelerine kulak asmadım ve Lokumcuğu anneannenin de itirazlarına rağmen “manyo” (banyo) yaptırmaya karar verdim. Burnuna dokundurtmuyor bile hem sekresyon iyice birikti, hem de dışarıya akanlar tabaka oluşturdu artık.
Günce’nin banyodan anladığı küvetinin doldurulup, oyuncaklarının “içinde-dışındaa” şeklinde suya daldırılıp çıkarılması, “moncuk”ların ortaya saçılması (boncuk şeklinde banyo köpüğü), yine “moncukların” paket renklerine göre “yeşill, pembişş, moyy” şeklinde sınıflandırılmaları, ortalığa maksimum su sıçratılması… Kafasına su değdiği andaysa kıyameti koparıyor. İşte bu sefer benim de banyodan asıl hedeflediğim tam da bu. Kıyamet koparırken bu arada burnu buharın da etkisiyle tamamen boşalıyor.
Ama tabi ben kucağımda Kıpırcıkla temiz giysilerini toparlamaya çalışırken bir yandan da anneanne “üşüteceksin iyice çocuğu” deyip durduğu için küçük papağan repliği kapmıştı çoktan.
-Şoyuk!
-Soğuk mu tatlım? Üşüdün mü? (İçerisi en az 30 derece, ben kurt çıkarmaktayım)
-Üşüdüm, yırka (hırka) diydim!!!!
Böyle diyor da bir yandan da kendini suya atmanın sabırsızlığı içinde. “Bebek Koala Banyoda” isimli kitapta gördüğü şekilde çorabını çıkarmaya çalışıyor.
-Çovakımı çeçiyom (çorabımı çekiyorum- dünden beri ekleri kullanma iyice belirgin hale geldi: Uyya’nın terliki gibi).
(“Bebek Koala Banyoda” ilk kez tüm sayfalarına bakabildiğimiz kitap oldu. Yoksa hiç kaybedecek vakti yoktu herhangi bir kitabın sayfalarında, onları oradan oraya taşımak varken... Bir de içinden hayvanları bulabileceği kitapları seviyor. Disney İlk Ansiklopedim Hayvanlar gibi.)
Banyo sonrası kurulayıp, giydirmeye çalışırken her zamanki gibi görüş alanına giren ne varsa eline geçirdi. Boş lens temizleme solüsyonu kutusu oldu “babanın şammuanı”…
Aynen tahmin ettiğim gibi oldu, burnu rahatladı, Lokumcuk bir haftaya yaklaşan süredir ilk kez üç saate yakın, güzel bir uyku çekti.
E tabi bu dinlenmiş hal de akşama aynen yansıdı.
Daha ben kapıdan içeri girerken cıvıldayarak “uböcii buldukkk” dedi. Uğur böceğini boş yere aramıyormuş demek ki, o görmüş bir şekilde, anlatmaya çalıştığını anlamamışız. Nihayet Hülya’ya göstermiş, o da muhtemelen soğuktan içeriye sığınan uğur böceklerini ve bir yaprağı minik bir kavanoza koymuş Lokumcuk için. Aman bayıldı onları izlemeye bayıldı. “Uböcii yappak yiyoo”, “uböcii şenden koyktu” (uğur böceği ondan korkmuş), “uböcii şaklandı” (böcekler yaprağın altına girmiş)...şeklinde uğur böceklerinin yaşamından naklen yayın halindeydi.
Böyle anlarda evde bir köpeğimiz olması fikri yine zillerini çaldı kafamın içinde ama bizim için gerçekten zor olacak bunu da biliyorum. Yine de bugünlük bir petshop ziyareti yapmaya karar verdik.
Bu arada bir yandan kendisine sıkılan portakal suyundan bir yudum alırken bir yandan da hollyhop çevirmekle meşgul Eliz’e de tavsiyede bulunmaktadır “Elişim porkatal iç”.
Petshopa girdik ve bir köpek olmasa da balık yada “kapanii” (kaplumbağa) alabileceğimizi düşünürken Kıpırcık yine sadece “Ogani” ile ilgilendi.
“Günce bak oradaki tavşanlara da bakalım mı?” Günce’den yanıt: “O diyil, buu”.
Bu ogani sonunda yaşamını bizim evde sürdürecek galiba…
(Köpek almaya diyorum ama kastettiğim aslında edinmek. Bir köpek yada kedimiz olmasına karar verirsek satın almak yerine kendisine ev arayan bir tanesini edineceğiz. Bu şekilde Petshop ziyaretleri bir yandan iyi oluyor ama bir yandan da benim içim hayvanların böyle yakalanıp, kafeste sergilenmesine, bir de üstüne satılmasına razı değil.)
Eve döndüğümüzde Elişim anneannesiyle ödevini tamamlamaya çalışır durumdaydı. Lokumcuk doğru “ödef”lerin (ödev) başına yöneldi. Önce kalem kutusunu aldı, fermuarı açtı, içini boşaltıp, boş kalem kutusunu bana getirdi, “moy kadem ayiyom” (geçenlerde her tarafı mora boyadığı kalemi arıyormuş). Kalemi verdik, “çeviyiyom” dedi (kapağını çeviriyormuş).
Eliz’in çantasının üzerinden atlayarak geçerken ayağı takıldı ve kendi kendine “takildik çança” diye söylenerek puflaya puflaya geçişi tamamladı.
Bir kağıda “yaşiyom” diyerek yazdı.
Tabi bütün bu döküştürmeler Kıpırcığı en fazla beşer dakika oyalayabildi.
Sıra Elişimin diğer “çança”sına –cüzdanına- geldi. İki adet bir lira, bir tane de beşyüz kuruşu çançadan çıkarıp aldı. Ağzına atar mı acaba diye her an atlamaya hazır ama karışmadan da izlemeye başladık. Bir "peeçee" (peçete) serdi sehpaya. Üzerine de paralarını teker teker yerleştirdi. “Biy, iki, üççç, üç tane payaaa, tamaamm” diyerek noktayı koydu.
11 Şubat 2010 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder